Burak 18 yaşlarındaydı. Öğlen uykusunu çok seviyordu. Çünkü gece yarısı hep gezerdi. Annesi “Oğlum, bari bu gece dışarı çıkma” deyince Burak “Ne yapayım anne? Kendime hakim olamıyorum.
Gece yarısı eğlenmek, tenha yerlerde gezmek çok hoşuma gidiyor.” derdi. “Allah’tan öğlencisin de hiç olmazsa biraz uyuyorsun sabah” derdi annesi bunun üzerine… Burak’a göre “Gündüz uyumak daha zevkli”ydi. Mezun olduktan sonra doğal olarak okula da gitmedi bir süre… Üniversite sınavında gece okullarını yazdı ve kazandı. Böylece çok sevdiği öğlen uykusunu uyuyabilecek ve okuldan sonra gezebilecekti. Özellikle dolunay geceleri onu başka alemlere götürürdü. Aslında istemediği bir bölümü okuyordu. Gönlünde korku filmi yönetmenliği yatıyordu. O yüzden üniversite bittikten sonra bir şekilde yönetmenliğe yükselecekti. Korku filmlerini seçmesinin nedeni de kasvetli oluşu ve gece çekilmesiydi. Gündüz çekimleri çok az olurdu. Aslında korku filmi oyunculuğu tam ona göreydi fakat Türkiye’de bu sektör olmadığından kendisi yaratacaktı önce…
Gece gezerken farketti. Walkman’i için aldığı kasetler genellikle korku filmi soundtrack’leriydi. Tabi ki başkalarını da dinlerdi. Fakat yine de solo sanatçılarda Joan Osborne’nun “Dracula Moon” ya da Cenk Eroğlu’nun “Vampir Müberra” gibi şarkılar çıkınca, o da bunlara eşlik ederdi. Ona bu nedenlerden ötürü ara sıra ona eşlik eden arkadaşları “Vampir ruhlu musun sen Burak?” diye takılırlardı.
Burak gene böyle bir gecede yalnız gezerken bir çete yolunu kesti. Hepsi motorsikletlerinden indi. Kuru kafalı derili aksesuarlar, güneş gözlükleri falan giyiyorlardı. Hepsi Burak’tan uzundu ve yapılıydılar.
Çete Burak’ı “Sökül paraları, yoksa zor mu kullanalım?” diye tehdit ettiler. Burak “Paramı alamazsınız” dedi. “Öyle mi?” dedi liderleri. Kafasıyla “Tutun onu” der gibilerden işaret yaptı. İki kişi Burak’ı kollarından tuttu. Lider ellerini Burak’ın cebine soktu. Burak onu tekmeledi. Lider deri bileklikli elini yumruk yaptı ve gücünü kontrol edermişcesine öteki eline vurdu. Göz açıp kapayıncaya kadar Burak yumruğu karnında buldu. Öyle kötü vurmuştu ki nefes alamadığını hissetti. Fakat normale döndü. Sağındaki “Veriyor musun, vermiyor musun?” diye sordu. “Hayır” lafı çıkar çıkmaz liderleri Burak’ın göğsüne bıçak sapladı. Parayı alıp kaçtılar. Burak yere yığıldı. Elini göğsüne koydu. Sonra geri çekti yavaş yavaş… Elindeki kanı yaladı. Tadını çok beğenmişti. Bir daha yaladı, bir daha… Fakat kötü yerden saplandığından dolayı bayıldı.
Uyandığında hastanedeydi. Doktor ve hemşireler şaşkın bakışlarla onu izliyorlardı. Doktor “Efendim” dedi. “İyi misiniz?”
BURAK- Evet
Burak’ın sesinin normalliğini duyunca doktorun bakışları daha da şaşkın olmuştu.
DOKTOR- Bu kritik vakada nasıl kendinize geldiniz, anlayamadık. Bıçağı çıkarttık. Fakat yaşamınızdan şüpheliydik.
HEMŞİRE- Doktor, doktor! Hastanın kalbi normale döndü.
BURAK- Nasıl yani? Kalbime mi saplanmıştı?
DOKTOR- Evet, normal bir insan böyle bir durumda ya komada yatar, ya da öbür dünyayı boylardı. Fakat siz… Siz birkaç saatte düzeldiniz. Sanki……
BURAK- Sanki ne?
DOKTOR- Yarı insan, yarı başka bir varlıksınız.
Doktor hemşirelerle “Hayret bir olay” diyerek çıktı. Büyük bir suskunluktan sonra…
Odada kalan hemşire “Telefonu size uzatayım mı beyefendi?” diye sordu. “Anneniz sizi merak etmiştir”… Burak “Yok söylemeyelim bıçaklandığımı… Nasıl olsa her gece dışardayım.” dedi. Hemşire “Fakat biraz daha burda kalmak zorunda olabilirsiniz.” dedi. Burak kendini iyi hissediyordu. Zaten öteki hemşirelerden biri normale döndüğünü söylememiş miydi? En iyisi hemşire çıkınca kaçmaktı. “Gündüz ararım, şimdi meraklanmasın” dedi. Hemşire “Hay hay” diyerek çıktı. Burak ikinci katta olduğunu farketti. Batman gibi aşağıya atladı ve hastanenin bahçesinden çıktı.
Yolda Çiğdem’i gördü. Çiğdem liseden arkadaşıydı. Merhabalaştılar. Çiğdem “Halen daha gece kuşu musun?” diye sordu. Güldüler. Havadan sudan konuştular. Burak olanları anlattı. Çiğdem inanamadı. “Yaranı göster de inanayım” dedi. Burak göğsünü açtı. Gözü önünde yara kayboldu. “Çiğdem, inanmayacaksın ama yara şimdi kapandı.” Çiğdem eliyle deli işareti yaparak “Geldiler mi?” dedi. Burak bir süre sonra “Neyse, sen hala medyumlara meraklı mısın?” diye sordu. Çiğdem “Tabii ki” dedi gülerek… “Zaten şimdi de bir medyuma gidiyordum”… “Sen de gelsene”…
Burak “Niye sabahın bu saatinde gidiyorsun? Daha güneş bile doğmadı” deyince Çiğdem “Karanlıkta daha zevkli oluyor” dedi. Burak “Ne duruyoruz o zaman?” dedi ve yürüdüler.
Kapıya geldiler. Çiğdem “Şimdiden düşün su falı mı, kahve falı mı, el falı mı, küre falı mı, iskambil falı mı, tarot falı mı…” derken Burak “Hey! Ne çok fal biliyormuş” dedi. Çiğdem “Bu çok yetenekli ve önceki hayata bile bakabiliyor. Hatta düşünce falan okuyabiliyor. Allah’tan geldin. Tek başıma korkardım çünkü. Az kalsın eve dönecektim” dedi ve medyum kapıyı onlar daha çalmadan açtı. “Buyrun” dedi yaşlı adam. Burak’la Çiğdem çok şaşırmıştı. “Nasıl anladınız geldiğimizi?”, “Ben medyumum”. Yaşlı adam gülüyordu. Fakat Burak’ı inceledikten sonra bakışları donuklaştı ve dehşetle bakmaya başladı. Çiğdem’le Burak çok şaşırmıştı. “Ne oldu?” diyebildiler kesik bir sesle… “Onda çok garip birşeyler hissettim” dedi medyum. “İçeri geçin de nedenini anlayalım”… Yaşlı adam Burak’ın çevresine bakıyordu. “Olamaz!” dedi. “Aura’nda yarı insan yarı vampir olduğunu görüyorum”. Burak “Ne? Vampir mi? Vampirler yoktur ki…” dedi. Çiğdem’in ağzı açık kalmıştı. Yaşlı adam “Evet, vardır” dedi.
Yaşlı adam “Gündüz olmasını bekleyelim” dedi. Çok evhamlanmıştı. Hemen küresini getirdi. “Sen geceleri gezmeyi seven birisin. Çünkü vampir kanı var sende. Hiç şu ana kadar grip gibi hastalıklar geçirmemişsin. Yakın bir geçmişte yaralanmışsın ve hemen iyileşmişsin. Annen sana hamileyken otobüste uyuyakalmış ve yanındaki vampirin karnını ısırdığını fark etmemiş. Hedef senmişsin. Çünkü yeni bir lider arıyorlar. Seni her yerde izliyorlar, farkında değilsin. Eğer gece dışarı çıkarsan senin boynunu ısıracaklar. Ve tam bir vampir olacaksın. O yüzden geceleyin evin kapılarını, pencerelerini kapatıp içerde kal, tamam mı?” Burak çok şaşırmış, Çiğdem de bayılmıştı. Yaşlı adam “Normal bir insan gibi yaşamayı öğrenmelisin. Şimdi uyu mesela” dedi. “Bu kolay mı?” dedi Burak… Medyum onu hipnozla uyuttu.
Gündüz olup Burak uyanınca sordu: “Peki siz niye gece görev yapıyorsunuz?”
Medyum “Aslında yapmıyordum da bu hafta yapma gereği duydum. İşte seni kurtarıyorum” dedi. Çiğdem gitmişti.
Burak da çıktı. Eve gidince annesiyle babasına durumu anlattı, ama inanmadılar. Fakat geceleyin dışarı çıkmayacağını duyunca inanır gibi yaptılar. Burak “Ben kextra mıyım? Gene inanmadılar.” diye odasına girdi. Müzik dinledi, bilgisayarla uğraştı, öğlen uykusunu uyudu…
Tayfun diye bir arkadaşı geldi. Burak’ın evine. Tayfun’u Burak pek tanımıyordu. Tayfun “Hadi bu gece bende kal, birbirimizi daha iyi tanırız” dedi. Tayfun hep güneş gözlüğü takıyordu; Burak’ın evinde de takınca Burak “Neden gözlüğünü çıkartmadın?” diye sordu. “Nasıl olsa kendi evimde çıkartacağım” dedi ve Burak’ı da alıp evden uzaklaştı.
Tayfun’un evi çok büyüktü. Burak “Dedenden mi kaldı bu ev? Vay canına!” diye sordu. Tayfun “Ee… Şey, evet!” dedi.
Gece olmuştu. Dışardan kurt sesleri geliyordu, dolunay çıkmıştı. Burak’ın aklına medyumun söyledikleri geldi. “Lütfen camları kapatalım” dedi Burak… Tayfun konuyu anladı; “Artık çok geç” dedi ve Burak’ı tuttu. Bu sırada dişleri büyüyordu ve suratı değişiyordu. Kısacası vampir oluyordu. Göz açıp kapayıncaya kadar Tayfun dişlerini Burak’ın boynuna geçirdi. Burak bağırıyor, hiçbirşey yapamıyordu. Tayfun Burak’ı uzun uzun ısırdı. Artık Burak da gerçek bir vampir olmuştu.
Burak gözlerini açtığında kendini bir tabutta buldu. Evhamlanarak tabutun kapısını açtı. Zaman gündüzdü. Işıktan rahatsız olarak refleksle kendini tekrar tabutun içinde buluverdi. Artık Burak’ın şüphesi kalmamıştı. Yapacak birşey yoktu, çünkü o bir vampirdi artık. Kaderine boyun eğerek uyudu.
Gece uyandığında karnı acıkmıştı. Tayfun da tabutundan çıkmıştı. Burak’a bir fare verdi. “Al, kanını iç” dedi. Burak kendine hakim olamayıp fareyi ısırdı ve kanını içti. Aynaya baktığında gördüğüne inanamadı. Dişleri büyümüş, suratı değişmişti. Fakat bununla da bitmiyordu. Burak’ın aynadaki görüntüsü gittikçe kayboldu. Tayfun “Artık kendini aynada göremeyeceksin” dedi.
Burak sonra başka tabutlar da farketti. Tabutlardan başka vampirler de çıktı. Liderleri gibi görünen uzun boylu ve yapılı vampir “Aramıza hoşgeldin Burak” dedi. Tayfun’un omzuna dokunup “Aferin, iyi iş başardın Tayfun” dedi. Burak deliye dönmüştü. “Bana sormadan ne hakla beni bu hale getirirsiniz?!!!” diye bağırdı. Sesi bir hayli kalındı. Lider vampir “Zaten eninde sonunda bize katılacaktın.” dedi. Lider vampir “Çünkü…” derken Burak lafını kesti. “Biliyorum. Herşeyi öğrendim. Bir medyum anlattı.” dedi. Lider “Gene mi o? Hep burnunu sokuyor. Bir gün o burnunu ısırıcam onun.” dedi. Başka bir vampir “Sonuçta Burak’ı da aramıza kattık ya… O yeter.” dedi. Lider vampir “Doğru” dedikten sonra Burak’a dönüp “Gel seni zindana götüreyim. Bir insanı tatmanın zamanı geldi de geçiyor bile.” diyerek bodruma götürdü.
Burak bodrumdaki gördüklerine inanamadı. İskeletler, taze ölüler ve ölmek üzere olan insanlar… Diğer vampirler yaşayanlara saldırarak onların kanlarını içmeye başladı. Tutsak insanların bağıracak halleri bile kalmamıştı. Lider vampir “Hadi sen de dene” dedi. Burak’ın kafasında ampül yandı. “Yalnız denemek istiyorum” deyince vampirin teki “Ama ben görmek istiyorum” derken lider onu susturdu: “Tamam, yalnız denesin. O daha çaylak” dedi ve hepsi çıktı.
Burak canlı olan insanları özgürlüğüne kavuşturdu; pencereyi açıp “Çabuk çabuk. Gidin burdan” dedi. O yaralı halleriyle insanlar can havliyle dışarı çıktı. 16 yaşlarındaki bir çocuk hariç… Çünkü o çok fenaydı. Burak gaz bulup evi ateşe verdi ve 16 yaşındaki adı Cengiz olan bu çocuğu kucağına alarak kaçtı. Evdeki vampirler yanmaya başladı. Burak ve Cengiz giderken evdeki vampirler bağırıyordu. Çünkü yok oluyorlardı.
Burak Cengiz’i kendi evine götürdü. Yaralarını sardı ve sohbet sırasında kimsesiz olduğunu öğrendi. Burak ailesine gerçeği anlattı ve Cengiz’i emanet etti. Artık Burak kendi yolunda, gözü yaşlı ailesi de evlat edindikleri Cengiz’le kendi yolunda; ayrıldılar. Burak “Sık sık ziyaret edeceğim” dedi ve fare gibi canlıların kanıyla besleneceği sonsuz yaşamına başladı. O artık çaresiz, Türkiye’nin son örneği olan bir vampirdi.
YAZILDIĞI TARİH: 06.08.1999 – 03.07.2000
© Turgay Suat Tarcan