banner
banner

Pasifik Savaşı: “İsyeeaaaaaaaaannnn”

Tüm sinemaseverlere selamlar;

“Yaratıcı” (!) başlığım için kusura bakmayın. Artık “İsyan” deyince aklıma Halil Sezai’nin şarkısı geliyor. 😀 Aslında dinlediğim bir şarkıcı değil. Pek hayranı değilimdir ama o kadar çok cover’ını duyduk ki şarkının; 2013’te yayınlanan “Pasifik Savaşı” adlı filmin devamı olan “Pacific Rim: Uprising”in Türkçe karşılığı olarak “İsyan”ı uygun gördüklerinde insan soundtrack şarkısı olarak Sezai’nin şarkısını hayal ediyor ister istemez… 😛
Neyse, dün Eskişehir tatilimden döndüm. Tatil izlenimlerimi kendi web sitemdeki “Seyahat” bölümünde yazacağım ama 29 Mart’ta Eskişehir’deki Kanatlı Alışveriş Merkezi’ndeki Cinema Pink’te izlediğim “Pasifik Savaşı: İsyan” filminden de kısaca “Sinema Analiz” sitesinde bahsetmek istiyorum.

oMaj75G2WFw66xI1TREg1hrToSg
Aslında itiraf etmek gerekirse 5 yıl önceki filmin ilk bölümünü izlememiştim. Tam bana uygun bir tarzda aslında… Gelecekte geçen bilim kurgu filmlerine ve distopya senaryolarına bayılırım. Fakat nedense filmden haberim olmamıştı. Bu filmin fragmanını gördüğümde de Power Rangers’ın devamı sanmıştım ve “Neden filmin isminde Power Rangers vurgulanmıyor?” diye şaşırmıştım. Meğer bambaşka bir filmmiş. İzlediğimde anladım. Halbuki ben Power Rangers’ın çocuklarının büyümüş hallerinin başından geçen olaylar beklentisiyle gitmiştim filme… Evet, gerçekten de dev robotların kullanılış biçimleri ve uzaylılarla bağlantı açısından Power Rangers’a çok benziyor. Biraz da akla Transformers geliyor tabii ki de…
Gerçekten de bu filmi de çok beğendim. İlk filmin üzerinden 10 yıl geçmiş. İlk filmi de çok merak ettim. Kesinlikle izleyeceğim. Kahraman ‘Jaeger’ pilotu Stacker Pentecost’un oğlu Jake (John Boyega), eğitimini yarım bırakıyor. Aklı bir karış havada o partiden bu partiye geziyor. Hatta “Ben babam gibi bir kahraman değilim. Ona benzemiyorum” diyor. Uzaylıların öldürdüğü ailesinin intikamını almak için kendi Jaeger’ını yapan Amara Namani (Cailee Spaeny) ile yolları kesişince istemeden suç ortağı olup yakalanıyorlar. Fakat yıllardır görmediği üvey kız kardeşi Mako Mori (Rinko Kikuchi) ve ekibi bu yetenekleri hapse tıkmak yerine dünyaya karşı yeniden oluşan tehdit nedeniyle onların yeteneklerinden faydalanmak için orduda zorunlu görev veriyor. Amara, Cadet Viktoria adında bir Rus kızın (Ivanna Sakhno) yanına veriliyor ama hiç anlaşamıyorlar.
Bütün bu karışık olaylardan sonra neler mi oluyor? Spoiler vermek istemiyorum. Siz izleyin. Yalnızca bana rahatsızlık verdiği için insanlık için küçük, ama bizim için büyük bir spoiler yazmak zorundayım. Filmin ana kahramalarından Karan Brar’ın canlandırdığı Cadet Suresh’in hayatını kaybedecek karakter olduğunu maalesef filmi izlerken anlamıştım. Çünkü nedense Batılı olan iyiler Hollywood filmlerinde ölmüyor. Doğulu olan iyiler ise gözden çıkartılıyor. Eskiden zenciler öldürülürdü. Şimdi onlardan tepki almamak adına siyah tenlilerin ölümlerini çok vurgulamasalar da yine kendi ırklarından olmayan insanları öldürmeye devam ediyorlar filmlerde…
Bu siyahi insanların mutlaka korku, aksiyon, gerilim ya da teenslash filmlerinde garanti gidici olma mevzusuna değinmek istiyorum. Artık günümüzde illuminati tarikatına üye olanların bir kısmı (Beyonce, Jay Z, Rihanna gibi) siyah tenli olduğu için Hollywood’da başrol bu tür kişilere çok veriliyor. Halbuki yakın geçmişimizde öyle değildi. Ancak kendi yaptıkları komedi filmlerinde başrol onların oluyordu. Daha büyük bütçeli yapımlarda ancak yardımcı oyuncular olarak seçilebiliyorlardı. Ve mutlaka ölüyorlardı. Önce şişmanlar, gözlüklüler, esas kızla esas oğlana kötülük yapanlar ve zenciler giderdi. Bu listeye sonradan aptal sarışınlar da eklendi, ya neyse… Genelde de filmlerin sonunda esas kız ve esas oğlan sağ kalıp öpüşüyorlardı. Fakat 1999 yapımı “Mavi Korku” filminin sonunda bu böyle olmamıştı. Ben “Kesin ölecek” gözüyle baktığım yaralı zenci adamın sağ kalması ve esas kız köpek balığı tarafından yendikten sonra esas oğlanı kurtarmasına çok şaşırmıştım. “Deep Blue Sea” bu anlamda bir çığır açmıştı. Filmin yapımcıları seyirciyi ters köşeye yatırmışlardı. Tahmin edilemeyen bir son hazırlamışlardı. Bu da siyahi kökenli oyuncuların bir anlamda önünü açtı. Ayrıca Oscar ödüllerinin zencilere verilmeyişi de çok tepki topluyordu. 2002’de “En iyi Kadın Oyuncu” Oscar’ının Halle Berry’ye ve aslında o sene Russell Crowe’un hak ettiği halde sırf tepkileri bastırmak için “En iyi Erkek Oyuncu” Oscar’ının Denzel Washington’a verilmesi ile birlikte artık Afrika kökenli oyuncular filmlerde söz sahibi olmaya başlamışlardı. Amerikan Başkanı bile Barack Obama seçilebiliyordu artık. Günümüzde, geçen yazımda bahsettiğim gibi Chadwick Boseman bir süper kahramanı canlandırabiliyor. Ve “Pasifik Savaşı: İsyan” filminin sonradan gerçek bir kahramana dönüşen anti-kahramanını ise John Boyega canlandırabiliyor. Yeni James Bond’u da bir siyahi oyuncunun canlandırması düşünülüyor. Zor ama artık imkansız değil…

scott-eastwood-and-john-boyega-in-pacific-rim-uprising-2018-jo
Peki ilerleyen yıllarda Müslüman oyuncular da kuralları yıkıp Hollywood’da başrol alabilecekler mi? İşte bu bana biraz imkansız gibi geliyor… Bunun gerçekleşmesi için sektörü elinde barındıran İlluminati tarikatının bir son bulması lazım…

 
NOT: 01.04.2018 tarihinde yazdığım bu yazımı ilk olarak http://www.sineanaliz.info/pasifik-savasi-isyeeaaaaaaaaannnn/ adresinde yayınladım.


Article Categories:
Sinema
Likes:
0

Leave a Comment