Bu yılın başında Şebnem Ferah grubu, plak şirketi ve klip yönetmeni ile birlikte Helsinki’deydik. Amaç Ferah’ın Apocalyptica ile yapacağı düetin kayıtlarını izlemekti. Ama Finlandiya acayip bir yer. Ya havasından ya suyundan. Herkes intihara meyilli! Ülkeye adımını atan da depresyona girip kendini içkiye vuruyor. Biz böyle sürünecek bar ararken Ferah “Perdeler”i kaydetti
Mefaret Aktaş
Hiç Finlandiya’ya gittiniz mi? Sakın gitmeyin. Ben bu yılın başında Şebnem Ferah, grubundan Ozan, Buket ve Metin, yönetmen Ömer Faruk Sorak ve Ferah’ın plak şirketinden bir grupla birlikte gittim. Çünkü Şebnem üçüncü albümünün isim parçası “Perdeler”i Apocalyptica’nın yaylıları eşliğinde kaydedecekti. Apocalyptica, Metallica parçalarını yaylılarla çalarak adını duyuran dört kişilik bir grup. Neyse, Finlandiya şöyle bir yer: Kuzeyde olması itibarıyla çok karanlık ve soğuk. Bizim gittiğimiz Helsinki’de bir tane bile İngilizce tabela yok. Alfabeleri üç tane “i”, iki tane “ö” ve bir takım garip sessiz harflerden oluştuğu için okumak imkansız. Yemekleri korkunç, bütün fast food restoranlar kokuyor. Alışveriş deseniz, Ulus Pazarı’nda tüm Helsinki’dekinden daha iyi şeyler her zaman bulunur.
Sizi sevince omuz atıyorlar
Gelelim Helsinki ahalisine… Şehirde çocuk yok! Çocuk görünce bağırdığımızı hatırlıyorum “Aa çocuk” diye. Hepsi sarışın olan az sayıdaki şehirli gençleriyle de “gündüzleri” iki laf edemiyorsunuz. Ama geceleri içmeye başladıklarında ne içmeleri ne konuşmaları bitiyor. Pek bir insan canlısı oluyorlar. Barlarda sizi sevdiklerini omuz atarak, üstünüze zıplayarak ve ağlatana kadar ayağınıza basarak belli ediyorlar. Gerçekten… Gittiğimiz Moon Lady adlı barda bir Finli çocuk -tam da kız arkadaşı, Şebnem’in gitaristi Metin’e asılırken- söyledi. “Buradakiler sizden çok hoşlandı. O yüzden sürekli hırpalıyorlar” dedi. Şehirde tarihi eser, eğlence merkezi, alışveriş merkezi namına pek bir şey yok. Biz tabii kendimizi içkiye ve gece hayatına vurduk. Ama o da ne vurmak! Araya araya iki tane bar bulduk. Doğru düzgün… Günlerimiz orada ve otelin bir içki için bizi süründüren garsonlarının çalıştığı barda geçti. Sabahlara kadar içtik. En son mesela sabah altıda uyumaya karar verdiğimizde, Metin hâlâ gidecek 24 saat açık parti arıyor -rock’çı ya, Ozan “uyduruk Fince” otel sakinlerini telefonda işletmeye çalışıyor ve Buket o günlerde yaptığı rejimi için yediklerinin puanlarını sayıyordu. Bu arada Şebnem ne yapıyordu?
Tam o sırada stüdyoda…
O heyecanlı tabii. Allah’ın Helsinki’sinde üç elemanının boyu iki metrenin üzerinde olan, tamamı gırtlağından garip sesler çıkararak İngilizce konuşan Apocalyptica ile kaydını “bahane ederek” bize hiç takılmadı tabii! Orada toplasan üç-dört metrekarelik bir stüdyoda kaydettiler “Perdeler”i. Bizden sanırım bir gün sonra da İstanbul’a döndüler. Kısa bir süre sonra bitti albüm. Ama telif hakları yasası, kriz vs. derken bir türlü çıkamadı. Sonunda 29 yaşındaki Şebnem’in üçüncü albümü “Perdeler” bu ay piyasada. Buluşup, Finlandiya macerasına değmiş mi? Değmemiş mi? Konuştuk işte.
Finlandiya’lara kadar gittik. Peki bu albümle öncekiler arasında ne fark var?Öyle büyük bir fark yok. Bazı şarkıcılardan, mesela Madonna’dan, her albümde başka bir tavır ve müzikle ortaya çıkması beklenir. Ama benim müziğime 15-16 yaşımdan beri dinlediğim müzik hakim. Çok değişmedi, bundan sonra da kafama bir şey düşmezse değişmeyecek.
“O altı ayı hatırlamıyorum”
Bar programlarından bugüne, 24 ve 29 yaşların arasında neler değişti hayatında?
Kendimle ilgili şeylerin muhabesebesini yaparken bir bakıyorum daha olgun, genç bir kadın olmuşum. O zaman genç bir kızmışım, şimdi daha çok genç bir kadın gibi hissediyorum. Hayatımı fazla yara almadan sürdürmeye çalışıyorum. Gençken acılarını daha heybetli yaşıyorsun. Şimdi ise o acıyı çekeceğini bile günler öncesinden biliyorsun, kendini yıpratma sürecini daha kolay geçiriyorsun. Şimdiye kadar en çok babamın ölümü hayal kırıklığına uğrattı beni. Beklenmedik bir şey olduğu için. (Ferah babasını 17 Ağustos depreminde Yalova’da kaybetti.)
Ölümle karşılaşmak hayatını nasıl değiştirdi?
Ondan kısa bir süre önce de ablamı kaybettim. O zaman kendimi hazırlamıştım ölüme. Ama babamla ilgili böyle olmadı. Orada kendine öğretmeye çalıştığın her şey yerle bir oluyor. O dönemde geçirdiğim bir altı ay var hakikaten hatırlamıyorum ne olduğunu, bittiğini… Ne yaptığımı… Fakat bir süre sonra hayata ve kendine karşı, eksilmeden hayatta kalmak için bir sihir, bir formül geliştiriyorsun.
Artık daha açık konuşuyor
Seni dinleyenler pek çok başka müzisyen ve şarkıcıda olduğu gibi seni yakından tanıma fırsatını yakalayamıyorlar. Ama “Perdeler” öncekilerden daha kişisel bir albüm.
Doğru. Eskiden de böyle yapmaya çalışıyordum ama sanırım artık söylemeye çalıştığım şeyi daha net söyleyebiliyorum. Günlük hayatta başıma gelenleri etrafımdakilerle çok fazla paylaşıp genel huzuru bunlarla bozmak istemem. Ama bir şekilde anlatma ihtiyacı olunca da böyle anlatıyorum. Bu ilk kez kendimi güven / güvensizlik ve garanti gibi şeylerden kurtarıp, rahat kafayla yaptığım bir albüm.
Bu albümü yabancı bir meslektaşına göğsünü gere gere dinletebilir misin?
Müzik yapmak bir mucize değil, övünülecek bir şey de değil. Yeteneğinle doğuyorsun. Belki ondan sonra kendini geliştirmekle övünürsün. Ama yapmaya karar verdiysen onunla da övünemezsin. Bu doktor oldum diye övünmek gibi olur. Bu yüzden yabancı müzisyenlerle aynı yerde hissediyorum hep kendimi. Bu albümü rahatlıkla, gönül rahatlığıyla dinletebilirim onlara.
Albüm mutsuz aşk şarkılarından ibaret. Gerçek hayatın da böyle mi?
Aşkta mutsuz olunca yazılıyor tabii o şarkılar. Benim aşk şarkılarım da hep öyle çıkıyor. “Günaydın Sevgilim” (“Perdelerödeki bu parça kanımca albümün en zayıf parçası. İnsanın “haklısın, mutlu aşk şarkısı yazma bari sen” diyesi geliyor Şebnem’e) benim yazıp yazabileceğim en mutlu şarkı mesela.
Plak şirketi kurmayı düşünüyor
Bu piyasanın tam da ortasında olmayan biri olarak, bu camiada neler rahatsız ediyor seni?
Müzikte birisi ya yeteneklidir ya yeteneksizdir. Hiç alakası, donanımı ve yeteneği bile olmayan insanların albüm yapabilme cesaretlerini hayretle karşılıyorum. Çok üzülüyorum. Çünkü eski hayatları da devam edemiyor, bir hengame içerisinde kaybolup gidiyorlar. Sektörün bile bile hâlâ buna yatırım yapmasına kızıyorum.
Ama bu sektörün Türkiye’deki en büyük firmasıyla çalışıyorsun. Madem öyle bir tavrın var, neden bağımsız bir şirketten çıkmadı albümlerin?
Bir şirkette önce istediklerini yapıp yapamayacağını ölçersin. Onlar sana engel olmayacaksa, destek olacaksa o şirketi seçersin. Hem büyük şirketler farklı farklı sanatçılarla da çalışabilir.
Çalışabilir ama bağımsız şirketler demin söylediğin türden isimlere yatırım yapmaz…
Sana gelecekle ilgili bir planımı anlatayım. Diyelim ki benim bu şirketle bağlantım kalmadı. Banka hesabımda da küçük bir şirket kurmaya yetecek kadar para var. Yapacağım şey bir şirket kurup, yetenekli ve heyacanlı bulduğum insanların albümlerini yapmak olacaktır. Şimdi ben burada çok uyumlu çalışabiliyorum. Yaptığım müziğin arkasında duruyorlar.
Üç albüm yaptın ve yaptığın müzikten çok memnunsun ama hâlâ çok büyük kitlelere dinletemiyorsun müziğini. Böyle bir “çıkış” ne zaman olacak?
Şimdi beni dinleyen çok büyük bir kitle değil belki ama çok konser veriyorum. Bu kadar konser verince kendini çok daha büyük bir kitleyle karşı karşıya hissediyorsun. Tabii ki üç yerine beş kişinin dinlemesi beni memnun edecektir. Ama bu herhalde yaptığım şeyi daha iyi yapmaya başladığımda ortaya çıkacak bir şey.
NOT: Bu röpörtaj http://www.milliyet.com.tr/2001/10/19/cumartesi/cum01.html adresinden alınmıştır.