JAPONYA’NIN EKONOMİSİ
Japon Kalkınma Modeli
Japonca’da Etimolojik olarak “insanların acılarını hafifletme bilimi” anlamına gelen ekonomi (keizai) Japonya’nın adıyla birlikte ilk akla gelen kavramdır. Bunu şu anda bu metni okumanıza imkan veren bilgisayarınızın Japon firmalarının katkısı olmadan bu noktaya gelemeyeceği gerçeği haklılaştırmaktadır.
Japonya, Amerika Birleşik Devletleri’nden sonra dünyanın ikinci büyük ekonomik gücüdür. Dünyadaki mal ve hizmet üretimimin %18’i Japonya tarafından gerçekleştirilmektedir. Tarihsel olarak istikrarlı bir ekonomik yapıya sahip olan Japonya’da enflasyonda batılı ülkelerle dahi mukayese edildiğinde oldukça düşüktür.
Son yıllardaki zayıflama belirtilerine rağmen Japon finans kuruluşları daha genel olarak Japonya dünyanın en büyük kreditörleri haline getirmiştir. Büyük hacimdeki ihracat dış ticaret fazlasına neden olmakta ve günümüzde Amerika ve Avrupa ülkeleri arasındaki ticari anlaşmazlıkların kaynağını oluşturmaktadır.
Yüksek tasarruf eğilimimin yol açtığı düşük faiz oranları Japon şirketlerine düşük finansman maliyeti avantajını vererek uluslararası piyasalarda rakiplerine karşı üstün duruma getirmiştir. Japonya günümüzde dolaysız yabancı sermaye yatırımları açısında dünyanın en büyük sermaye ihracatçı ülkesi konumundadır.
Tarihsel Bakış
Japonya 1630’dan 1850 yılına kadar inziva olarak tanımlayabileceğimiz bir politika güderek sınırlarını, Nagasaki limanında kalmalarına izin verilen Hollandalı birkaç tüccar dışında dış dünyaya kapattı. 1853 yılında Amiral Perry komutasındaki Amerikan Deniz Kuvvetlerine ait gemilerin ülkeyi ziyareti neticesinde imzalanan ticari antlaşmayla Japonya Batı dünyası ile ticaret yeniden sınırlarını açtı.
Uzun olarak sayılabilecek “izolasyon” sürecinin ülkeye ticari açıdan çeşitli maliyetleri olmasına rağmen, ileriki yıllarda izlenecek ekonomik ve siyasi politikaların sağlıklı bir şekilde oluşturulmasında çok önemli katkıları olmuştur. Meiji Restorasyonu’ndan sonra batı modeliyle oluşturulan güçlü askeri ve sanayi altyapısına dayalı modern ulus devlet olmaya yönelik adımlar atıldı ve feodal sistem kaldırıldı.
Yirminci yüzyılın başına gelindiğinde Japonya Asya kıtasının sayılı ekonomik ve siyasi gücü haline geldi. 1904-1905 Rus-Japon savaşının kazanılması Japonya’nın bir dünya gücü haline getirdi. Ülkedeki doğal kaynakların yetersizliği dış dünyaya aşılma gereksiniminin önemli bir nedenidir. II Dünya Savaşı öncesindeki yayılmanın altında yatan en önemli faktörlerden biri sanayiye doğal kaynak sağlayabilecek bölgelerin kontrolünü elde tutmaktı.
Pasifik Bölgesine Amerikan ve Batılı ülkelerin menfaatleriyle çatışmanın yol açtığı II Dünya Savaşından Japonya’nın yenilgiyle çıkması ülke ekonomisinin tahrip olmasın yol açtı. 1970’lerin başına gelindiğinde Japonya eski ekonomik gücüne yeniden kavuşarak dünyanın sayılı sanayileşmiş ülkelerinden biri oldu.
Japonya Anayasanın güçlü bir ordu oluşturulmasına engel olması ulusal güvenliği ihmal etmeden ekonomik alanda güçlenmeye ve bu konuda yoğunlaşmaya itti. Hükümetin ve bürokrasinin iş dünyasıyla yakın teması ve işbirliği sanayileşme çabalarının başlangıcında oluşturulan “zaibetsu” ve “keiretsu” larla kilit sanayiler desteklenerek istikrarlı bir ekonomik kalkınmanın sağlandı.
İç pazardaki düşük tüketim eğilimleri ve tasarruf meylinin yüksekliği Japon firmalarını ihracata yönetti. Günümüzde Japonya Almanya ve Amerika’dan sonra dünyanın üçüncü ihracatçı ülkesidir.
Genel anlamda Japon kalkınma modelinin başarılı olması günümüzde Asya-Pasifik bölgesinin ekonomik canlılığının da aynı zamanda nedenidir ve bölgedeki ülkelere model oluşturmaktadır.
Ekonomik Kalkınma
Japonya doğal kaynaklar açısından oldukça fakir ve göreceli olarak küçük bir alana sıkışmış 120 milyonu aşkın nüfusu barındıran bir ada ülkesidir. Belirtilen yetersiz kaynaklara ve II Dünya savaşında tamamiyle tahrip olan ekonomik altyapıya rağmen Japonya kısa sayılabilecek bir sürede ekonomisinin yeniden inşasını başarmakla kalmamış aynı zamanda dünyanın ikinci büyük ekonomik gücü haline gelmeyi başarmış bir ülkedir. Bu ekonomik kalkınmada özellikle imalat ve hizmetler sektörünün payı büyüktür. Genel olarak yaygın kanının aksine dış ticaretin Japonya ekonomisi içindeki payı nispi olarak düşüktür ve iç piyasanın payı diğer sanayileşmiş ülkelere nazaran milli gelir içindeki payı daha yüksektir.
II Dünya savaşı bittiğinde Japonya, neredeyse bütün fabrikaları hava saldırılarında yanmış yada yıkılmış, çok yüksek enflasyonla yüz yüze kalmış, gıda sıkıntısı çekilen, işgal donemi idaresince dış ticareti kısıtlanmış bir ülke durumundaydı. 1951 yılına gelindiğinde Japonya milli geliri 1935 yılındaki seviyesini ancak yakalayabildi.
1945-1951 yılları arasında sosyal reformların ve ekonomik altyapının yeniden oluşturulabilmesi için gerekli düzenlemelerin yapıldığı dönemdir. Yeni anayasa bu dönemde yürürlüğe girdi ve askeri harcamalarda ciddi kısıtlamalara gidildi. Belirtilmesi gereken önemli bir konu ekonomik kalkınmada söylendiğinin aksine askeri harcamalardaki kısıtlamanın payı çok azdır.
“Öncelikli Üretim Sistemi” ile ekonomik kalkınmanın itici gücünü oluşturacak temel “motor” endüstrilere ağırlık verildi ve çelik sanayii üzerinde yoğunlaşılarak diğer sektörlerin girdi ihtiyacı ve hammadde gereksinimleri karşılandı. Metalürji ve kimya sanayii alanında yapılan yatırımların dolaylı etkileri kısa sürede etkisini göstererek elektronik ve tüketim malları üretiminde hızlı bir gelişme kaydedildi.
Hızlı Ekonomik Büyüme Dönemi
Japonya ekonomisi 1950’lerden 1973 yılındaki petrol krizine kadar 1962 ve 1965 yıllarındaki kısa dönemli ekonomik durgunluk dışında yaklaşık olarak 25 yıl boyunca yıllık olarak % 11 oranında büyüdü.
Tasarruf meylinin çok yüksek olması mali sektörün yatırımlara finansman desteği bulması kolaylaştırmış ve uzun dönemde Japon finans kuruluşlarının güçlenmesinde önemli bir rol oynamıştır. Günümüzde Japonya’yı dünyanın en büyük kreditör ülkesi yapan temel faktör yüksek tasarruflardır.
Sermaye ve modernizasyon yatırımlarının yüksekliği Japon firmalarının uluslararası piyasalarda rekabet gücünü ve işgücü verimliliğini artırmış, yeni teknolojilerin ve ürünlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır.
Hızlı kalkınmanın ardındaki diğer bir faktörde iyi düzeyde eğitim görmüş iş gücünün varlığıdır. 1960 yılında uygulamaya konulan “on yıl içinde milli geliri ikiye katlama” projesinin gerçekleştirilmesinde gerekli üretim artışının sağlanabilmesi nitelikli iş gücünün varlığıyla ve bu iş gücünün tasarruflarıyla gerçekleştirilmiştir.
1968 yılına gelindiğinde piyasa ekonomileri içinde Amerika Birleşik Devletleri’nden sonra Japonya ikinci büyük ekonomik güç haline geldi. Fakat aynı dönemde hızlı ekonomik büyümenin sonucu olarak çevre kirlenmesi, kırsal kesimden kentlere göç ve aşırı şekilde nüfus yoğunluğunun oluştuğu endüstri bölgeleri içinde ulaşım gibi çeşitli sorunlarda ortaya çıktı.
1974 yılındaki petrol krizi ekonomik büyümenin yerini kısa bir süre için durgunluğa ve Japonya’nın ekonomik büyümesinde petrolün yerini yeniden sorgulamasına yol açtı. Fiyat artış hızı % 20 ‘lere ulaştı. Petrol krizi atlatıldıktan sonra Japonya çift rakamlı olmasa bile tek rakamlı büyüme oranını yeniden yakalayarak kalkınmasını sürdürdü.
Hükümet-İş Dünyası İlişkileri
Japon Hükümeti ve bürokratik çevreleriyle iş dünyası arasında çok sıkı bir ilişki bulunmaktadır. Sağlıklı, sürdürülebilir ve daha da önemlisi işbirliğinin gerektiği alanlarda diğer grupların araya girmesini önleyerek sorunların çözümünün güçleştirilmesini önlemek amacıyla ilişkiler alışılmışın dışındadır. İlişkilerin hükümet ayağını genellikle Uluslararası Sanayi ve Ticaret Bakanlığı (Tsusho Sangyosho- MITI) ve Finans Bakanlığı tarafından yürütülmektedir. İş dünyası / bürokrasi ilişkileri işbirliği ve konsensüs temeline dayalı, uzun dönemli amaçlarla ortak sorunların çözülmesi üzerine kurulmuştur ve ilişkiler daha ziyade gayri resmi düzeyde yürütülür.
İş dünyasını ilgilendiren herhangi bir karar alınmadan önce sıkı bir karşılıklı işbirliği süreci işletilmektedir. Herhangi bir sektörü ilgilendiren yasal bir düzenleme yapılmadan önce ilgili sektörün temsilcilerinden oluşan komiteler tarafından önce kendi içlerinde bir taslak oluşturulmakta daha sonra da bu taslak üzerinde MITI bürokratları ile çalışma yapılmakta, taslak nihai şeklini almadan diğer sektörler üzerinde oluşturabileceği potansiyel etkilerinde dikkate alınabilmesi için kararın makro düzeyde analizi yapılmakta ve nihai karar bakanlığa sunulmaktadır.
Varılan karlardan sonra ortaya çıkabilecek potansiyel sorunlar genellikle kamuoyuna yansıtılmadan bürokratlarla iş çevreleri arasında çözülmeye çalışılmakta tıkanan noktalarda nihai olarak yasal yollara başvurulmaktadır.
1993 yılında parlamentoda çoğunluğu kaybeden Liberal Demokrat Parti II Dünya Savaşı sonrasından beri bürokratik yapının şekillenmesinde en önemli rolü oynamış ve iş dünyası parti ilişkileri üst düzeyde tutulmuştur. Üst düzey bürokratlarda parti içinden geldiğinden hükümet ile bürokrasi arasında sürtüşme olmamakta ve parti politikalarını uygulamakta sorunlarla karşılaşılmamaktadır.
Fakat 1993 sonrasında Liberal Demokrat Partinin siyasi olarak güçsüzleşmesi, tek partili hükümetler döneminin sona ermeye başlaması ve koalisyon döneminin başlaması bu ilişkileri kısmen de olsa siyasi görüş farklılıklarından dolayı zayıflatmıştır.
Dış Ticaret Politikaları
Uzun yıllar boyunca ihracatın daha genel olarak dış ticaretin teşvik edilmesi Japon hükümetlerini birinci derecede öncelikli hedefleri arasında yer almıştır. Sınırlı doğal kaynaklara sahip olan Japonya’nın yapmak zorunda olduğu ithalatın finansmanının gerekli döviz girdisini sağlayacak ihracatı artırmaktan başka seçeneğinin olmadığı açıktır.
İhracatı artırmak içim geliştirilen politikanın birinci ayağını ithalatı ikame edebilecek dünya kalitesinde üretim yapan endüstrilerin ortaya çıkarılması, ikinci olarak da uluslararası piyasalarda rekabet edebilirliktir.
1964 yılına kadar hükümet yardımları, vergi indirimleri ve ihracat teşvikleriyle artırılmaya çalışılan dış ticaret 1964 yılında Japonya’nın Uluslar arası Para Fonu’na (IMF) üyeliği ile ikinci bir döneme girdi ve Japonya ihracat teşviklerinin bir kısmından vazgeçmek zorunda kaldı.
1970’ li yılların başında bütün ihracat vergi indirimleri kaldırıldı ve daha dolaylı yöntemler kullanılarak ihracat teşvik edilmeye başlandı. Artan dış ticaret fazlasının yol açtığı anlaşmazlıklar neticesinde 1980 yılından itibaren Japonya “gönüllü ihracat kısıtlamaları” uygulamaya başladı.
Savaş sonrasında kronik hale gelen dış açıkların kapatılması için ithalata çeşitli kısıtlamalar getirildi ve ithalat MITI’nin belirlediği alanlarda yapılmaktaydı. 1960 yılı başlarında hükümet artan baskılar neticesinde dış ticarette kısmi bir liberalizasyona giderek ithalat kotalarının bir kısmını kaldırdı, tarife oranlarını düşürdü ve yabacı sermayenin ülkeye girişine getirilen kısıtlamaları kısman de olsa kaldırıldı.
Günümüzde Japonya sanayileşmiş ülkeler içinde gümrük vergileri en düşük ülkedir. Gümrük tarifeleri için ortalama oran Japonya’da % 2,5 iken aynı oran ABD için % 4,2 Avrupa Birliği için ise % 4,6 dır.
Uluslararası Sanayi ve Ticaret Bakanlığı (MITI)
Uluslararası Ticaret ve Endüstri Bakanlığı (MITI) 1949 yılında endüstriyel verimlilik ve istihdamın geliştirilmesi ve savaş sonrası tahrip olan ekonomik yapının yeniden inşası için Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ile Ticaret Örgütleri Birliği’nin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştur. MITI dış ticarete ilişkin düzenlemelerin yapılmasının yanında diğer bakanlıkların yetki alanına girmeyen her türlü ekonomik etkinliğin düzenlenmesinde birinci derecede rol oynamıştır.
MITI sanayi politikalarının belirlendiği, iş dünyasında ortaya çıkan sorunların çözümlendiği, daha genel olarak makro ekonomik politikaların belirlendiği en önemli bakanlıktır. Bakanlığın İş dünyası ile yakın ilişkileri büyük sanayi şirketlerinin korunmasına ve bu şirketlerin dış piyasalarda rekabet gücünün artırılmasında ve iç piyasada korunmasında etkili rol oynamış ve bu politikaların uygulanabilmesi için gerekli yasal düzenlemeleri yapmıştır.
Japon Dış Ticaret Örgütü (JETRO)
Japon Dış Ticaret Örgütü 1958 yılında ihracatı geliştirmek için Uluslararası Sanayi ve Ticaret Bakanlığı (MITI) tarafından kurulmuştur. Günümüzde JETRO’nun Türkiye dahil (JETRO Türkiye Ofisi) atmışı aşkın ülkede ofisi bulunmaktadır.
Başlangıçta yalnızca ihracatı teşvik etmek için kurulan JETRO 1980’li yılların başından itibaren Japonya’nın dış ticaretinin fazla vermeye başlamsıyla Japonya’ya ihracat yapmak isteyen firmalara yönelik çalışmalar da yapmaya başlamış ve Japonya’ya ilişkin iç piyasa düzenlemelerri ve mevcuata konularında danışmanlık veren bir kuruluş haline gelmiştir. Günümüzde JETRO ithalat ve ihracatın teşvik edilmesinin yanıda uluslararası ticaret fuarlarının düzenlenmesine aracılık etmekte, karşılıklı ticareti geliştirmek amacıyla seminerler düzenlemekte ve bu konularla ilgili broşürler yayımlamaktadır.
Dış Yardımlar
Japonya ABD’den sonra dış yardımlar açısından dünyanın ikinci büyük ülkesidir. Toplam dış yardımların milli gelire oranı % 32 dir. 1960’lı yıllarda başlayan dış yardım programlarındaki artış 1970’lerin sonlarına kadar ciddi bir gelişme kaydetmemesine rağmen 1980’li yılların başında diğer sanayileşmiş ülkelerin Japonya’nın daha aktif bir rol oynamasını istemeleri ve mevcut ticari ilişkilerini sürdürülebilir kılmak için hızlı bir artış kaydetti. 1984 – 1991 yılları arasında dış yardımlar ortalama olarak % 22,5 gibi çok yüksek bir oranda artarak 1991 yılında 11,1 milyar dolara ulaştı.
1990 ‘ların ortalarına kadar dış yardımların büyük bir kısmı Asya Pasifik ülkelerine tahsis edilmekteydi fakat bu dönemden sonra dış yardımların coğrafi dağılımında Asya ülkelerinden Afrika ve Latin Amerika ülkeleri lehine nispi bir gelişme kaydedildi.
Dış yardımların büyük bir kısmı ulaşım, telekomünikasyon ve enerji gibi yardım alan ülkelerin ekonomik altyapılarını güçlendirmeye yöneliktir alanlara tahsis edilmektedir.
Japonya’da Pazarlama
Japon işletmelerinin pazarlamadaki başarısı, bir anda gerçekleşen bir olgu değildir. Geçmişte atılan rasyonel adımların sonucudur. Düşük fiyat, malda, ambalajda ve hizmette yüksek kalite, yeni mal geliştirmede başarı, iyi seçilmiş pazarlama hedefi ve güçlü pazarlama bilgisi Japonlara uluslararası prestij kazandırmış ve Japon malları dünyada en çok aranan mallar olmuştur.
Japonya’da pazarlama konusu incelenirken, her şeyden önce Japon pazarlamasının şu genel özellikleri göz önünde tutulmalıdır:
Japon pazarlaması uluslar arası boyutludur; böyle olması bir zorunluluktur. Nedeni, Japonya’nın hemen tüm doğal kaynaklardan yoksun olmasıdır. Doğal kaynakları ithal etmek ve ürettiği malları ihraç etmek, Japonya için zorunlu bir yaşam biçimidir.
Pazarlar titizlikle incelenmiş, ihtiyaçlar ve istekler öğrenilmiş, uygun mallar geliştirilmiş; ayrıca çok iyi pazarlama stratejileri ve taktikleri oluşturulmuştur.
Japonlar, pazarlamayı kendi sosyal ve kültürel yapılarıyla uyumlu kılmışlardır.
ULUSLARARASI PAZARLARA GİRME STRATEJİLERİ
1960’lı yılların başında, Japon işletmeleri, önce ulusal pazara eğildiler. Ulusal pazardaki payı büyüterek, maliyetlerini düşürmek için çalıştılar. Gerekli teknolojiyi de ele geçirerek, Batı ülkelerinden ithal edilen malların ikamelerini üretmeye başladılar. Devlet de, ithal yasakları koyarak, gümrük vergilerini arttırarak ve yabancı sermaye yatırımlarını sınırlayarak, işletmelere yardımcı oldu. Sonuçta, hemen tüm iç pazar ele geçirildi. Çok daha önemli olan, tüketicilerin, gelirlerinin artmasına paralel olarak satın alma davranışlarını değiştirmelidir. Geleneksel biriktirme alışkanlıklarını bir yana bırakan tüketiciler, alımlarını çok arttırdılar, lüks mallara yöneldiler ve Japonya tüketim toplumuna dönüştü.
Ulusal pazarın ele geçirilmesi, üretim hacmini büyüttü, dolayısıyla üretim maliyetlerinin düşmesine yol açtı. Böylece, rekabet üstünlüğü sağlayan işletmeler, uluslararası pazarlara girme çabalarına başladılar. Hangi pazarlara girileceğini belirlemek üzere araştırmalar yapıldı ve Pazar Giriş Stratejileri ve Taktikleri geliştirildi ve uygulamaya geçildi.
Uluslar arası pazarlara girmede şu üç strateji benimsendi:
1- Malların iç pazarlardan gelişmekte olan ülkelere, oradan da gelişmiş ülkelere pazarlanması
2- Yüksek teknolojili ürünlerin iç pazar garantiye alındıktan sonra gelişmiş ülkelere, sonra da gelişmekte olan ülkelere pazarlanması
3- Bazı malların iç Pazar için değil de yalnızca dış pazarlar için üretilmesi, malların önce gelişmiş ülkelere, sonra ulusal pazara, en sonra da gelişmekte olan ülkelere pazarlanması
Birinci stratejiye göre, üretim fazlaları gelişmekte olan Güneydoğu Asya ve Latin Amerika ülkelerine ihraç edildi. Bunun nedeni, o ülkelerde daha az rekabetin olması ve ülkelere satılan malların batı standartlarına uygun olmamasıdır. Bu ülkelerin satın alma güçleri zayıf olduğu için de o ülkelere satışta düşük fiyat politikası izlenmektedir.
İkinci stratejiye göre, bazı işletmeler gelişmiş ülkeler arasında, önce Avrupa ülkelerine, sonra da ABD’ye girdiler. Nedeni, ilk aşamada, ABD’nin çok güçlü işletmeleriyle rekabete girmek istememeleriydi. Örneğin, inşaat ve tarım makineleri alanlarında, Avrupa pazarlarında yeterli pazar payları ele geçirildikten sonra gözler ABD’ye çevrildi.
Üçüncü stratejiye göre, bazı işletmeler iç pazarı bir yana bırakıp, önce gelişmiş ülkeleri hedef pazar olarak seçtiler. Bu stratejilerin başarıyla uygulanmasıyla, uluslararası pazarlar kısa süre içinde kapsandı, güçlü ve tekin bir pazarlama ağı örüldü.
PAZARLAMA STRATEJİLERİ
*Pazar stratejisi: Japon işletmeleri, gerek ulusal pazarda, gerekse uluslararası pazarlarda, pazarı bölümleyerek hedef pazarı ya da pazarları seçme stratejisini benimsemişlerdir. Uluslararası pazarlar, genellikle, coğrafi bakımdan ve ülkenin gelişmişlik düzeyine göre bölümlenmiş ve girilecek pazarlar seçilmiştir.
*Mal stratejisi: Seçilen hedef pazarların ihtiyaçlarına ve isteklerine uygun mallar geliştirilmiştir. Başlangıçta malların kalite standartları oldukça düşüktür. Ama kalite standartları hızla geliştirilmiş ve pazarın ihtiyaç ve isteklerine uygun kalitede malların pazarlanması sağlanmıştır.
*Fiyat stratejisi: Pazarı ele geçirmek için rekabetçi fiyat stratejisi, hem iç hem de dış pazarlarda uygulanmıştır. Bu strateji şu şekilde formüle edilmiştir: << Kaliteyi yükselt-maliyeti düşür-fiyatı düşür-pazarı ele geçir >> Genelde düşük fiyat stratejisinin uygulanabilmesi için, maliyetlerin düşürülmesi gerekir. Japonya’da da bu yapılmıştır. Pazar payı arttırılarak büyük ölçek ekonomisi sağlanmış, böylece elde edilen maliyet avantajı fiyatlara yansıtılmıştır. Kuşkusuz, üretim ve dağıtımın etkili kılınması ve mal kalitesinin yükseltilmesi de pazarların ele geçirilmesinde çok etkili olmuştur.
Dış pazarlara da düşük fiyatlarla girilmiştir. Bu taktik gelişmekte olan ve gelişmiş ülkelerde aynı biçimde kullanılmıştır. Gelişmekte olan ülkelerde tüketicilerin satın alma güçleri yetersiz olduğunda, bu düşük fiyat taktiğini uygulamak bir bakıma zorunluydu. Gelişmiş ülkelerde ise, düşük fiyat politikası rekabet aracı olarak kullanılmıştır.
Ulusal Pazar ele geçirildikten ve yabancı işletmelerin ulusal pazara girmeleri çeşitli yollarla engellendikten sonra, iç pazarda yabancı işletmelerin rekabeti hemen hemen ortadan kalktı. Sonuçta fiyat taktiğinde bir değişme oldu; bir çok mal, iç pazarda, dış pazarlara göre daha yüksek fiyatlarla satılmaya başlandı. Damping denen bu uygulamanın dayandığı temel düşünce şudur: Belirli pazarlarda elde edilen karları, başka pazarları ele geçirmek için kullanmak.
*Dağıtım stratejisi: Ulusal dağıtım sistemi, kendine özgü geleneksel bir yapıya sahiptir. Dağıtım kanalında yer alan aracılar çok sayıda görevliler kullanılmaktadır. Toptancılar ve perakendecilerin desteklenmelerinin gerekli olduğu, sosyal etkileri olan bir sistemdir. Sistemin karmaşık olması, yabancı işletmelerin Japon pazarına girmelerini güçleştiren engellerden biridir.
Ulusal dağıtım sistemini geliştirmek ve etkili kılmak için çalışmalar yapılmaktadır. Ülkenin coğrafi bakımdan küçük olmasının fiziksel dağıtım eylemlerini – özellikle taşımayı – kolaylaştırdığı gözden kaçırılmamalıdır.
Uluslararası pazarlardaki dağıtım uygulamaları çok daha değişik bir yapıdadır. Pazara girmenin ilk aşamasında şu üç uygulamaya başvurulur:
1- Üretim işletmelerinin bir çoğu, yabancı ülkelerin sosyal yapılarını, işletme gereklerini, yasal düzenlemeleri ve dillerini bilen büyük Japon ihracat şirketlerini kullandılar. Bu şirketler, işlerin büyük boyutlu olması ve deneyimli olmaları nedeniyle, dağıtım maliyetlerinin düşük olmasını sağladılar.
2- Bazı işletmeler girilen ülkenin yerel dağıtım işletmeleriyle anlaşmalar yaptılar. Böylece yerleşik dağıtım sisteminden yararlandılar.
3- Bazı işletmeler de – özellikle ABD pazarında – iyi işlemeyen dağıtım kanallarına ve pazarlama uzmanlarına sahip olan yerel yöneticilerle çalıştılar.
*Reklam stratejisi: Japon reklamları duygusal, baş döndürücü ve dolaylı mesajlar veren yapıdadır. Ayrıca, reklamlarda, yumuşak ses ve müzik ile çok güzel görüntülere yer verilir. Pazara sunulan malların, üreticinin titiz çabaları sonucunda geliştirilmiş mallar olduğu vurgulanır. Böylece tüketicilerde üreticinin olumlu imajı uyandırılmaya çalışılır.
*Bilgi toplama stratejisi: Japon yöneticileri dağıtım kanalında yer alan toptancı ve perakendecilerden doğrudan bilgi toplamaya çok önem verirler. Dağıtım kanalında yer alan aracıları ziyaret ederek elde edilen bilgiler “soft data”; mal gönderme, stok düzeyleri ve perakende satışlarla ilgili bilgiler “hard data” diye adlandırılır. Bu iki tür bilginin, tüketicilerin davranışlarını ve isteklerini en iyi biçimde yansıttığına inanırlar.
Bir pazara girerken “soft” veriler üst ve orta düzey yöneticiler tarafından toplanır. Nedeni, aracıları ziyaret ederek toplanan bilgilerin, pazara girme açısından ve sonra da iyi ilişkiler geliştirme açısından çok kritik bilgiler olduğuna inanılmasıdır. Yöneticiler, kendi mallarını rakiplerininkilerle karşılaştırmak istediklerinde “hard” veriler ele geçirmek isterler. Bunu için de malın dağıtım kanalındaki gerçek akışını gösteren stok, satış ve başka bilgileri toplarlar.
YÖNETİM ÖZELLİKLERİ
Pazarlama eylemleri, işletme, satış ya da kar eylemleri olarak değil, insan eylemleri olarak görülür, dolayısıyla insan faktörüne çok önem verilir. Pazarlama yöneticisinin temel görevi, görevlileri yetiştirmek, işbirliğine ve uyumlu çalışmaya alıştırmak ve olabildiği ölçüde işletmeye katkıda bulunmasını sağlamaktır.
Pazarlama eylemlerini yürüten üyelerin yetkileri ve sorumlulukları kesin çizgilerle belirlenmemiştir. Üyeler tek bir eylem türüne bağlanmamışlardır. Pazarlama eylemleri sadece pazarlama departmanının sorumluluğunda değildir. Pazarlama bölümü dışında kalan bölümlerin yöneticileri de pazarlama eylemleriyle ilgilenirler.
Japon pazarlamasının güçlü yanı, pazarlama stratejileri ve taktikleri geliştirmekten çok, uygulamadadır. Uygulamanın etkili olmasında şu özellikler önemli rol oynar:
Japon işletmelerinde orta yönetim basamağındaki yöneticiler, eylemlerin yönetiminde önemli rol oynarlar. Bunlar çok iyi yetiştirilmiş, alttan başlayarak, yönetici düzeyine yükselmiş, yaşamları boyunca işletmede görev yapan kişilerdir. Dolayısıyla işletmeyi ve çevreyi çok iyi bilirler. Üst yönetimle ve alt basamaktaki görevlilerle kolayca ilişkiler kurarlar. Etkili planlar ve programlar geliştirirler.
İkinci özellik, Japonya’da üst düzey yöneticilerin, pazarlamayla ilgili olarak, <> koymalarıdır. Bu normlar, oldukça geneldir ve pek de açık-seçik değildir. Böylece, uygulamacılara esneklik verilmiş olur. Üçüncü özellik ise, işletmenin kurucusunun karizmasının ve önderlik yeteneklerinin, pazarlama eylemlerinin etkili bir biçimde yürütülmesinde itici güç olmasıdır.
Oluşturulan pazarlama stratejileri ve taktikleri kolayca kavranabilir ve ilgili taraflarca desteklenir. Stratejiler esnektir, değişen koşullara çabucak uyum sağlayabilir ve oldukça kısa süreli amaçlara yöneliktir. Ancak, işletme sahipleri ve finans kurumları kısa sürede kar için baskı yapmazlar, önemli olan belirlenen pazara girmek ve planlanan Pazar payını elde etmektir.
DEVLETİN ROLÜ
Devlet kuruluşları, işletmeleri ve iş hayatını yönlendirme çabalarında bulunur. Ancak emri vermez, dikte etmez, sadece özendirici ve caydırıcı biçimde davranır. Devletçe hazırlanmış merkezi bir plan yoktur. Bir çok ekonomik karar, ilgililerin düşünceleri alınarak oluşturulur.
Japon pazarlamacıları devlet kurumlarıyla iyi ilişkiler kurarlar ve uyumlu biçimde çalışırlar. Geliştirdikleri projeler ve stratejilere ilişkin bilgileri ilgili devlet kurumlarına verirler.
Bu arada büyük işletmelerin küçük işletmelerle şiddetli rekabete girmelerini önlemek üzere bazı önlemler alındığını da belirtmek gerekir.
Türkiye İle Japonya’nın Pazarlama Sistemlerinin Karşılaştırılması
Japonya ile Türkiye’nin kıyaslaması yapıldığında, Japonya’nın pazarlamada elde ettiği başarıların Türkiye için niçin sağlanamadığı sorusu akla getirilebilir. Bu anlamda Japonya’nın izlediği yol ve uyguladığı yöntemler değerlendirilerek Türkiye’nin içerisinde bulunduğu şartlara göre yaralı sonuçlar oluşturacak fikirler geliştirilebilir. Bir ülke teknolojiye iki şekilde sahip olabilir. Bunlar; 1- satın almak, 2- teknolojiyi üretmek olarak sıralanabilir. Bunlardan satın almak çok pahalıya mal olabilirken, ikincisinde ise çok büyük sermaye, bilgi, tecrübe gibi faktörlere ihtiyaç vardır. Kısaca, her ikisinin de yerine getirilmesi için finansal kaynak gereklidir. Japonya ise özellikle teknolojiyi alırken tamamen dışarıya bağlı kalmayıp, piyasadaki mevcut teknolojiyi aynen alıp, yeni gelişmeleri onun üzerine inşa ederek bugünkü konumuna ulaşmada önemli oranlarda yol kat etmiştir. Böylece mükemmeli başarmada her şeye sıfırdan başlamayarak büyük bir zaman ve finans kaybını önlemiştir.
Türkiye’nin böylesi durumlarda yapabilecekleri ve dışa açılma politikalarını geliştirmesi açısından yapması gerekenler şöyle sıralanabilir:
Türkiye 1980 sonrası dönemlerde, iç talebin azalmasından dolayı artan ürün fazlalıklarının azaltılması düşüncesi ihracatın artmasına sebep olmuştur; ancak, devletin vermiş olduğu teşvikler ve sağlamış olduğu sübvansiyonlara rağmen Türkiye’nin dünya ticaret hacminden aldığı pay istenilen seviyelerde değildir. Türkiye’nin ulusal ve uluslar arası pazarlama açısından amaçlarını yeni gelişmelere göre gözden geçirmesi gerekmektedir.
Pazarlama yönetiminde, kişilerin veya kurumların değil toplumun menfaatini hedefleyen ve böylece toplumun katılımını sağlayabilen sosyal pazarlama anlayışının önemi hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir. Modern ve sosyal pazarlama anlayışının, ulusal ve uluslar arası pazarlama alanındaki gelişmeleri hızlandırıcı etkisinden faydalanabilmek için: devlet, tüketiciyi koruma kanunları; sanayi yatırımlarına yeterli teşvik ve indirimler; çevreyi ve insan sağlığını korumaya yönelik yatırımları özendirme; okullar, kalifiye eleman yetiştirme kursları, topluma karşı sorumluluk duygusunun geliştirilmesine yönelik çalışmaların ödüllendirilmesi gibi faaliyetlerle destek olmak durumundadır.
Türkiye bir müddet Japonya gibi ithal ikamesine yönelip, daha sonra dünya pazarlarına çok uluslu şirketler, ortaklaşa yatırımlar, yabancı sermaye yatırımı özel veya resmi ihracat büro ve acentaları açarak girebilir ancak, burada diğer ülke özellikleri dikkate alınarak Türkiye açısından en uygun olan şekil seçilmelidir.
Yurt dışı pazarlara girmeden büyük zaman ve finans kaybını önleyecek tedbirleri almalı; gerekli olan değişiklik ve yenilikleri yapmalı; hedef müşterilerin beğenilerini üründen hizmete kadar kazanmalıdır.
Yüksek teknolojiyi ülkenin kendi öz sermayesiyle veya ihracat gelirleriyle en iyi şekilde transfer edebilmeli, uluslar arası rekabete karşı koyabilecek sanayileşme sağlanabilmeli, üretimle başlayan servis hizmetleriyle devam eden hizmetlerinde her ayrı faaliyet kolunda verimliliği sağlayabilecek bilgi sadece üst düzey bir idarecide veya birkaç idarecide toplanmamalı özellikle verimliliği sağlayacak şekilde dağıtılmalıdır.
Dış ticaret hacmi dar olan ve sanayileşmede geciken ülkelerde işletmelerin güç kaynağını oluşturan devlet uzun dönemde kar getirecek yatırımlarda müteşebbislere, her konuda hem destek vermeli hem de akılcı bir kontrolle yönlendirebilmelidir.
JAPONYA’DA HÜKÜMET BANKALARA ORTAK OLACAK
Japonya Merkez Bankası, mali sistemin istikrarını sağlamak üzere, bankaların bir kısım hissesini devralacak. Japon Merkez Bankası Başkanı Masaru Hayami’nin Banka Yönetim Kurulu toplantısı sonrasındaki açıklamasına göre, Japon bankalarının milyarlarca dolarlık batık kredi yükünden kurtulmayı amaçladığı plana göre, bankaların hisselerini piyasa değeri üzerinden satın alacak. Merkez Bankası, bu hisseleri daha sonra 10 yıl elinde tutacak.
Mali sistemin istikrarı yolundaki bu yeni adımların Merkez Bankası’nın bilançosuna zarar vereceğini kabul eden Hayami, Japon bankalarının nakit yaratmak için hisse paylarını azaltmadıkları sürece, büyük boyutlardaki batık kredi sorunlarıyla kısa sürede başa çıkamayacakları uyarısında bulundu. Japon hükümetinin verilerine göre, Japon bankalarının batık kredi yükü 2001’in Eylül ayında 295 milyar dolar iken bu yılın (2002) Mart ayında 352 milyar dolara çıktı.
SABANCISIZ TOYOTA NEDEN GAZA BASTI?
Ciddi bir yatırımın yapıldığı Toyota Fabrikası 2002 yılına kadar 20.000’lik üretimi bir türlü aşamadı. İhracat ise yok denecek kadar azdı. Artık Sabancı ve Toyota, fabrikadaki ortaklıklarını bitirdi. Toyota’nın %100’ü Japonlar’ın oldu. Peki sonra ne oldu dersiniz? Toyota’dan yapılan açıklamada Sedanın ardından şimdi Station Wagon üretimine geçildi ve popüler model SW ve sedanın 2002’de toplam 40.000 civarında ihracatı hedefleniyor. 17.000 adet ihraç edildi. Hal böyle olunca, neden iyi ihracat potansiyeli olan modellerin üretimine geçmekte bu kadar beklendi diye insan sormadan edemiyor. Ya da Şelale Kadak’ın sohbet ettiği bir işadamının deyimiyle “Japonlar’da kıskançlık mı var? Neden Türk ortağın hisselerini aldıktan sonra herşey iyiye doğru gitmeye başlıyor?”
Aynı durum Honda’da olmadı mı? Anadolu Endüstri Holding’le Japonlar’ın büyük umutlarla kurduğu fabrika yıllarca Honda Civic üretti. Fabrika dış pazara yönelik bir modelin üretimini hiç düşünmedi. Neden sonra Japonlar’la Türk ortak Tuncay Özilhan’ın arasına kara kedi girdi ve Özilhan, payını Japonlar’a devrederek ortaklığı bitirdi.
Gazetelere yansıyan açıklamalara bakacak olursak, Honda’da da ihracata yönelik bir modelin hazırlığı hızlanmış. Hatta Honda’nın küçük otomobili Jazz’ın Türkiye’de üretimi için hazırlıkların yapıldığı söyleniyor. İnsan, neden yeni modellerin üretim planı daha önce hayata geçirilmedi diye merak ediyor.
Türk Ortak Neden Önemli?
Yabancıların yatırıma mutlaka bir Türk ortakla soyunmak istediğini herkes bilir. Sebebi basittir. Şahsına münhasır “Ankaramız”ı ancak ve ancak bir Türk anlayabilir! Çileden çıkaran Türk büroksasisine karşı, sabrı da bir Türk gösterebilir. İşte aradan biraz zaman geçince ve her nedense bazı ortaklıklar bitiyor!
ÜRETİM ve EKONOMİ
Tarım ve Hayvancılık
Son yıllarda çiftlik sahipleri ve tarım kesiminin nüfusunda belirgin bir gerileme görülmesine karşın, tarımın öneminin azaldığı söylenemez. Tarımsal alanların %40’inda pirinç ekimi yapılır. Japon mutfağının hala başlıca besini olan pirinç tüketimi, son yıllarda batı etkisiyle Japon yemek alışkanlıklarının çeşitlenmesi ve genişlemesine bağlı olarak azalmıştır. Diğer önemli tahıl ürünleri olarak buğday ve arpa sayılabilir. 1990 ortalarındaki üretim rakamları ise şöyle (ton): pirinç 13.3 milyon, şeker pancarı 3.8 milyon, patates 3.7 milyon, lahana 2.5 milyon, turunçgiller 1.9 milyon, şeker kamışı 1.9 milyon, tatlı patates 1.3 milyon ve soğan 1.3 milyon. Bunların dışında elma, kavun, soya fasulyesi, çay ve tütün sayılabilir.
Tarım için elverişli arazının azlığı ve dolayısıyla değerli oluşu sebebiyle hayvancılık için ayrılan alan çok kısıtlıdır. 1990 ortalarındaki hayvan stoklarına ait rakamlara göre; Japonya’da 12 milyon domuz, 6 milyon sığır ve 400 milyon kadar kümes hayvanı bulunmaktadır.
Ekilebilir alanlar, ortalama 1.4 hektarlık çok küçük çiftliklere bölünmüştür. Çiftçilerin çoğu ayrıca yarım günlük işlerde çalışır. Araziye çok yoğun olarak ekim yapılır. Çiftçiler genellikle bir senede iki ya da daha çok ürün alırlar. Bu yüzden ekilebilir alanlarda toprak yorgunluğu sıkça görülür. Gelişmiş tekniklerin ve kimyasalların kullanımıyla, Japon çiftlikleri dünyanın en üretken çiftlikleri arasındadır.
Ormancılık ve Balıkçılık
Yaklaşık 2/3’ü zengin orman örtüsüyle kaplı olan Japonya ormanlarının 2/5’ini yumuşak ağaçlar oluşturur. Orman arazisinin yaklaşık %56’si devlet arazisidir. Japonya, dünya tomruk üretiminde üst sıralarda yer alan bir ülkedir. Sürekli artan kendi kereste ihtiyacının yaklaşık %70’ini kendi üretimiyle karşılar. Yıllık üretim yaklaşık 28.5 milyon metreküptür.
Balık, yiyecek olarak pirinçle birlikte ilk sırayı alır. Hem iç pazar hem de ihracat açısından balıkçılık ülkedeki en önemli sanayilerden biridir. Dünya’nın en büyük balıkçılık filolarından birine sahip Japonya, yıllık tutulan balık miktarı göz önüne alındığında Çin’den sonra Dünya’da ikinci sırada yer alır. Balıkçılık genel olarak üç bölüme ayrılabilir: Açık deniz balıkçılığı, sahil balıkçılığı ve deniz altı balıkçılığı. Üretimin yarısını karşılayan açık deniz balıkçılığı, orta boy teknelerle kıyıdan yaklaşık 20 km uzaklıkta yapılır. Ancak üretimin çok olduğu bölgeler, göçebe balık türleri yüzünden her zaman farklılık gösterir. Üretiminin yaklaşık 1/5’ini karşılayan sahil balıkçılığı ise küçük tekneler ve ağlar ya da balık çiftlikleri ile yapılır. Hala geleneksel yöntemlerle yapılan ve genelde midye, istiridye ve diğer kabuklu deniz hayvanlarının üretildiği deniz altı balıkçılığının üretimdeki payı ise düşmektedir. 1990’larda 9.3 milyon ton olan tutulan balık miktari incelendiğinde en çok görülen türler şunlardır: Torik, Japon sardalyası, mürekkep balığı (kalamar), Alaska yesil morinası, Japon tarağı, ton, Japon sardalyası, kolyos, Pasifik zarganası, Pasifik istiridyesi ve somon.
Madencilik
Japonya’nın yer altı kaynakları çok çeşitli ancak kısıtlıdır. Başlıca maden olarak kireçtaşı çıkarılır. Bunun dışında kömür, doğal gaz, bakır, kurşun ve kuvarsit de bulunur ancak çok az miktarda bulunduğu için, ülke içi ihtiyacı karşılamaya yetmez. Bu yüzden maden ve mineral ihtiyacının hemen hepsini ithal eder.
Sanayi
Demin de değindiğimiz gibi 2. Dünya Savaşı’nda büyük darbe alan Japon Üretim Sektörü, savaştan sonra girdiği yeniden yapılanma, bir bakıma tamir sürecinde tüm tesisileriyle tamamen yenilenmiştir. Üretimdeki önemli noktaları tutan sektorler kimya ve petrokimya sektörü ile ağır makine sanayi olarak söylenebilir. 1950’lerin ortalarında endüstriyel üretim savaş öncesi döneme göre artış göstermeye başlamıştır. 1965-1980 yılları arasında üretim sektörünün büyüme hızı ortalama 9.4 iken bu oran 1980-1988 arasında 6.7’ye gerilemiştir.
Sanayi genel olarak, büyük bir banka etrafnda toplanan birkaç şirketten olusan keiretsularda organize edilir. 1990’li yıllara girilmesiyle, ağır sanayi önemini yavaş yavaş yitirmeye, hizmet ve bilgi sektörü ise hızla önem kazanmaya başlamıştır. Sanayideki üretim giderek azalmaktadır. Japonya’nın Dünya liderliğini yaptığı çelik üretimi hızla gerilemektedir. Her ne kadar uluslararası ticaretin gelişmesiyle ticaret gemilerine olan talep oldukça fazla ise de, üretim rakamları hala 1980’lerin çok gerilerindedir. Japonya otomobil ve elektronik eşya üretiminde ilk sıralarda yer alır. 1990 ortalarında Japonya’nın üretim rakamlarına bakıldığında yaklaşık 10 milyon adet motorlu taşıt, 100 milyon ton çelik, 12 milyon gros ton gemi, 16 milyon televizyon, 18 milyon fotoğraf makinesi ve 450 milyon adet saat ürettiği görülür. Üretilen elektronik eşyaların %30’dan fazlasını bilgisayarlar oluşturur.
Japonya aynı zamanda temel kimyasal hammadde üretiminde de Dünya liderlerinden biridir. Geçmişte tekstil ve sentetik iplik üretimininde Dünya’nın en büyük üç üreticisinden biri olan Japonya’da bugün sentetik iplik, pamuk ve ipek sanayi gitgide önemini yitirmektedir.
Ekonomi
Gerçi Japon ekonomisi hakkında detaylı bilgi verdim. Bu bölümde ise küçük bir özetini bulacaksınız. 1980’lerde Dünya’nın en hizli gelişen ve en sağlam ekonomilerinden biri olarak gösterilen Japon ekonomisi, 1990’lı yıllara girildiğinde yavaşlamıştır. Ekonomi son zamanlarda borsadaki fiyatların düşmesi ve gayrimenkullerin çok değer kaybetmesi, verdikleri kredileri geri alamayan bankaların birbiri ardına batmasına neden olmuş ve çok sarsıntılı bir döneme girilmiştir. Japon Yeni’nin sürekli değer kaybetmesi de son zamanlardaki onemli problemlerden biridir. Ancak Japon hükümetinin aldığı ekonomik reform kararıyla bu sarsıntı biraz durulmuş, ABD ile yapılan ekonomik işbirliği anlasması ile de Japon Yeni yeniden değer kazanmaya başlamıştır. Japon endüstrisi geçmişten bugüne hafif sanayiden ağır sanayiye doğru bir eğilim göstermiştir. Temel olarak motorlu taşıtlar, çelik, makine, elektrikli aletler ve kimyasal ürünler olmak üzere her iki sanayi alanındaki üretim toplamı, yıllık toplam ihracatin 3/4’ünü oluşturur. 1993 yılında, brüt milli gelir olan 4.5 trilyon dolar ile, ABD’nin ardından ikinci sırada yer almıştır.
Enerji
Japonya, yıllık enerji üretiminide ilk siralararı işgal eder. Enerjinin yaklaşık %65’i petrol ya da kömürle işletilen termik santrallerde üretilir. Hidroelektrik santrallerinde üretilen enerjinin %12 oranında olduğu ülkede, giderek artan nükleer santrallerin kullanım oranı ise %23’tür. Günlük enerji üretimi 220 milyon kilovat, yıllık kullanım oranı ise 900 milyar kilovat civarındadır.
Enerji kaynaklarının yetersizliği nedeniyle enerji üretimi için kullandığı petrolü ithal etmek durumundadır. Ancak 1970’teki petrol ambargosunun da etkisiyle enerji üretim merkezleri baraj ve nükleer santral gibi diğer alanlara kaymış; 1973’te %75 olan petrole dayalı enerji üretimi 1990’larda %57’ye inmiştir.
1980’Lİ YILLAR: DÜNYANIN MÜKEMMELİ ARAYIŞI
Dünyada 1980’li yıllar, iş dünyasında değişimin ve dalgalanmaların sürekli hale geldiği yeni bir dönem olmuştur. Olumsuz değişmelerin 1980’li yıllarda gözler bir anda 1960’lı yıllarda sessizce gerçekleşen Japon Mucizesi’nin sırlarını keşfetmeye yönelmiştir. Batılı bilim adamları bu yıllarda, akın akın Japonya’ya giderek, kendilerini evlerine kadar istila eden bu “Mucize’nin” sırlarını içeren olası bir reçetenin peşine düşmüşlerdir. Bu araştırmalarda, sözkonusu reçetenin, aslında iki sihirli sözcükten oluşan bir başarı parolası olduğu ortaya çıkmıştır: İnsan ve kalite… Böylece, yönetimde başarılı model arayışında “Batı’nın da batısı varmış” devri başlamıştır.
1980’li yıllar, işletme yönetimlerinin 1970’lerde başgösteren ve giderek pekişen üç önemli faktörü artık veri olarak kabul etmeye başladıkları dönemdir:
1- Enerji ve hammadde konusundaki kısıtlık ve artan baskılar,
2- Para ve finans piyasalarındaki sürekli istikrarsızlıklar,
3- Yeni ekonomik dünya düzeyine geçiş: 3. Dünya ülkelerinin artık yalnızca hammadde ihraç eder konumundan çıkmaları ve gelişmiş ülkelere rakip hale gelmeleri.
Bu üç önemli değişim gündemine, çok önemli bir dördüncü faktörün de eklenmesi gerekmektedir: Uzak Doğu’dan ve özellikle Japonya’dan gelen rekabet…
Bu çerçevede 1980’li yıllardaki gelişmeler, işletmeleri, insan kaynaklarının daha etkin kullanımına yönlendirmiş ve bu amaçla, Japon yöntemleri de örnek alınacak şekilde yönetimde katılımcı anlayışın yaygınlaştırılması çabaları yoğunluk kazanmıştır.
1980’lere hakim olan yönetimdeki katılımcı eğilimler, daha önceki onyıllarda ortaya çıkan stratejik yönetimle de yakından bağlantılıdır. Burada amaç çalışanların hedefleriyle işletmenin hedefleri arasında bütünleşme sağlamaktır. Yine aynı dönemde, Batı’nın keşfettiği ve kaynağını Japonya’dan alan Toplam Kalite Yönetimi de, katılımcılık fikrinin batılı yönetim uygulamalarında yaygınlaşmasına destek vermiştir.
Daha sonraki ilk global yönetsel stratejiler, Japonya’nın 1960’lı yıllarda geliştirdiği Toplam Kalite Yönetimi sayesinde dünya pazarlarını ele geçirmesi ile oluşmaya başlamıştır. Globalleşmenin işletmecilik ve yönetim faaliyetlerine etkisi konusundaki ilk kuramsal çalışma, 1980’li yılların ortalarında Kenichi Ohmae tarafından yapılmıştır. K. Ohmae, büyük Japon şirketlerinin dünya pazarlarını ele geçirme stratejilerinden yola çıkarak, globalleşme eğilimlerinin, batılı işletmeler için bir hayatta kalma meselesi haline gelmeye başladığını vurgulamıştır.
Japon mallarının dünya pazarlarını istila etmeye başladığı 1970’lerin sonunda kalite, en geniş anlamıyla “Toplam-Bütünsel Kalite” olarak iş hayatına damgasını vurmuştur.
Özetleyecek olursak, “Japon Mucizesi” 80’lerde dünya işletmeleri tarafından da taklit edilmeye başlanmıştır. Batılıların bile Japonya’yı örnek alması onların ekonomik anlamda da lider olduğunu gösterir.
#Kaynakça