Herkese yeniden merhaba. Bildiğiniz gibi 4 gün önce Türk Sanat Müziği sanatçısı Hüner Coşkuner hayata gözlerini yumdu. Kendimi asla bir Hüner Coşkuner Fan olarak görmüyorum ama gerçekten çok çok üzüldüm. İnsanın üzülmesi için illa ki dinlediği bir tarz olması gerekmiyor. İyi bir kadındı ve her ne kadar değeri bilinemese de ülkemiz için büyük bir sanatçıydı. Assolistlerin olduğu dönemin divalarından birisiydi. Her yazımın sonunda yakın dönemde hayatını kaybeden ünlüleri anıyorum bildiğiniz gibi. Fakat yakalandığı kemik iliği kanseri nedeniyle bir süredir tedavi gören Hüner Coşkuner’in bir dip not olarak kalmasını istemedim. Başlığa taşımak istedim. Çünkü onunla ilgili bir anım da var. Onu anlatmak istiyorum önce…
22 Mart 2000 günüydü. Hala mektup arkadaşlarım vardı. Mektup postalamak için Bakırköy’e gitmiştim. O zamanki adı Özgürlük Meydanı olan Cumhuriyet Meydanı’ndan geçiyordum. Bir masada üst üste duran Hüner Coşkuner kasetleri dikkatimi çekmişti. “Allah Allah. Niye bu kadar çok Hüner Coşkuner kaseti var?” diye düşünürken bir de ne göreyim? Masanın başında “Titriyorum, titriyorum soğuktan…” diyen Hüner Coşkuner var. Ben oradayken oradan geçen diğer insanlar da tıpkı benim gibi Hüner Coşkuner’e bakıp yollarına devam ediyorlardı. TSM dinlemediğim için ilgimi çekmemişti. Aslında bir popçu ya da rockçı olsa balıklama dalınacak bir durumdu. Çünkü önünde kimse yoktu. Yazık ya… Üstelik pek fazla kişi de imzalatmıyordu. Üşüyordu da… 21 yıl sonra vefat ettiğinde bu anım aklıma geldi ve gerçekten ilgi görmemesine çok içerledim. Kendime dahil kızdım. Çünkü dinlemiyor olabilirim ama takdir ettiğim gerçek bir sanatçıydı. Evet, tarzım olmayabilirdi ama o gün Nilüfer’in “Esmer Günler” kasetini alacağıma keşke Hüner Coşkuner’in kasetini alıp imzalatsaymışım. Çok hoş bir hatıra olurdu. Zaten Nilüfer’in “Esmer Günler”inin sonradan CD’sini de almıştım. Nasıl olsa Nilüfer arşivimi tamamlamaya devam edecektim öyle ya da böyle… Sadece 57 yaşındayken hayata gözlerini yumdu ve “Sevemem” şarkısında düet yaptığı Erol Büyükburç’a kavuştu. Erol Büyükburç’u da 2006 – 2010 arası süren televizyonculuk maceramda Doğan TV stüdyolarının olduğu bölümde birkaç kez görmüşlüğüm vardır. Hatta bir keresinde Müge Anlı ve Şenay Düdek ile kavga ediyordu. Ben de yanlarından ellerimde kupada sıcak çayla geçiyordum ve bana çarpacaklar da elim yanacak diye korkuyordum. Sansasyon yaratması gereken bu anımı da hazır düet yaptığı Hüner Coşkuner’den konu açılmışken kayıtlara geçirmek istiyorum. Tarih 13 Nisan 2007’ydi. Bizim (Şu anki adı Sports TV olan Kanal D Spor) sabah programımız “Günaydın Spor”un stüdyosuyla Kanal D’nin sabah programı “Dobra Dobra”nın stüdyosu yan yanaydı. Sadece elimde çay yoktu. Konuğumuzu da stüdyoya götürüyordum. Bir bakmıştım; Erol Büyükburç, Şenay Düdek ve Müge Anlı stüdyodan çıkmışlar, stüdyolarının kapısının önünde bağıra çağıra tartışıyorlar. Erol Büyükburç gerçekten deliye dönmüştü. Şenay Düdek bir yandan kendisini savunuyordu, diğer yandan da onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Büyükburç “Eğer bir daha kız meselesini açarsanız bu masayı kırarım” diye bağırıyordu. Tekme attığı dekor masası da bizim Kanal D Spor’a ait olan bir masaydı, belki Sport Center’ın filandı. Seda Sayan’ın meraklı seyircileri de etrafına toplanmışlar, olayı izliyorlardı. O durumda Müge Anlı’dan imza almaya çalışmaları da ayrı bir komediydi.
Gerçekten de televizyonculuk yaptığım dönemde yakın gelecekte hayatını kaybedecek efsanelerle hiç fotoğraf çektirmediğim için pişmanım. İmkanım vardı ama bu fırsatı değerlendiremedim. Her gün ünlü gördüğüm için sıradan bir olay gibi geliyordu ve sürekli medya sektöründe kalacağımı düşündüğümden dolayı bu duruma hemen alıştırmıştım kendimi. Örneğin 7 Mart 2007’de Esra Ceyhan’ın programına katılmak için gelen Kayahan’ı dünya gözüyle çok yakından görmüştüm. 13 Şubat 2007’de Erol Günaydın gibi bir efsaneyi görme şerefine erişmiştim. Yine 2007’de Aysel Gürel gibi bir dev çınarı görme şansına erişmiştim ama günlüğüme bile yazmamışım. Küçüklüğümden üniversiteyi bitirene kadar ajandalarımda “Gördüğüm Ünlüler” köşeleri yapardım. Fakat TV sektörüne başlayınca bu, işin içinden çıkılamaz bir hale gelmiş. Artık bazılarını günlüğüme bile yazmamışım. Düşünün yani, Mehmet Ali Birand ile aynı çatı altında çalışıyorsunuz. Her gün görüyorsunuz. Gerçi şu anda da pek bir fark yok. Havalimanında çalıştığım için sürekli ünlü görme şansına erişiyorum hala. Ama bu kez fotoğraf çektirme fırsatı olursa değerlendirmeye çalışıyorum. Yine de fotoğraf çektiremediklerim daha fazla… Özellikle Türkiye’den görmediğim ünlü kalmadı gibi bir şey… Bazılarını tanımıyorum bile. Sonradan arkadaşlarım söylüyorlar “Sen Bilmemne dizisindeki Bilmemkim karakterinin işlemini yaptın” gibi… Türk dizisi artık takip etmediğim için de çoğu yeni kuşak dizi oyuncusunu tanımıyorum mesela.
İsterseniz günlüklerimden daha da eskilere gidelim. Küçüklüğümden delikanlılığıma gördüğüm ve sonradan hayatını kaybeden bazı isimlere değinelim. Daha çok var tabii ki aslında ama web sitemde hayatını kaybettiklerinden sonra yazdığım yazılarda veya anılarıma da değinmek ihtiyacı hissettiğim bazı derlemelerde bir kısmından bahsetmiştim. O yüzden onları tekrar anlatmayacağım. Sadece aklıma gelen birkaç örnek daha vermek istedim. Örneğin Tarkan’ın 29 Eylül 2001’deki kritiğimi zaten “Konserler” kategorisine koymuştum ama o sahneye de hayatını kaybeden birisi çıkmıştı. Ünlü dans grubu ‘Mezdeke’nin dansçılarından Aynur Kanbur da “Gül Döktüm Yollarına” şarkısında çıkıp grup arkadaşları gibi Tarkan’la birlikte göbek atmıştı. İlk önce sadece bir tanesi çıkmıştı. Konserden önce Sibel Can’la Tarkan’ın birlikte göbek atacağı söylentileri olduğu için biz seyirciler onu önce Sibel Can sanmıştık. Sonra peçesini açacak filan sanmıştık. Ama iki kişi daha gelince hemen ünlü oryantal grubu Mezdeke olduğunu anlamıştık. Diğer üyeler de Dilek Maltepe ve Nadya Şeker’di bu arada… Yaşları benzemesin, hala yaşıyorlar, çok şükür…
Mesut Yılmaz vefat ettikten sonra yazdığım bir yazının altında onu da anmıştım ama biraz daha açmak istiyorum olayı. 1992 ajandamın “14 Ekim 1992” tarihinin olduğu günde “Mesut Yılmaz’ı gördük” diye yazmışım. Fakat nasıl gördüğümden tam olarak bahsetmemişim. Bana sanki yolda yürürken görmüşüz gibi gelir. Yıllar sonra da Doğan TV Center binasında rahmetliyle WC’de yan yana ihtiyacımızı gidermiştik. Tarih 27 Eylül 1996’yken ise Sakıp Sabancı’yı görmüştüm. Ataköy Cumhuriyet Lisesi’ne bir konuşma yapmak için gelmişti. Aslında her okula girmeden önce müdür konuşurdu ama bu sefer o konuşmuştu. Okulumuzu ve biz öğrencilerini övmüştü. Ben aslında televizyondan gördüğüm kadarıyla onu 1.90 filan sanıyordum ama meğer kısaymış. Bodyguard ordusu ve birkaç içi polisle dolu polis arabası da onunla gelmişti tabii ki… Konuşurken neredeyse her öğrenciyle göz kontağı kuruyordu. Bana da bakmıştı hatta… Tabii ki bir Leman Sam, Aşkın Nur Yengi, Seden Kızıltunç, Levent Kırca, Oya Başar, Cüneyt Arkın gibi dikkatlice değildi bu bakış…
12 Şubat 1999’da Ferhan Şensoy’un “Parasız Yaşamak Pahalı” adlı tiyatro oyununa gitmiştik. Ferhan Şensoy ile o kadar çok göz göze gelmiştik ki, bir ara bana bakıp senaryonun gerektirdiği rolünü oynamıştı. Genellikle o dönem eşi Derya Baykal ile reklamlardan sahnelere ayrılmaz bir ikiliydi ama o yoktu. Yine de bir başka “Baykal” olan rahmetli Baykal Kent oyun partneriydi bu kez. Tabii ki Ferhan Şensoy; Allah uzun ömür versin; hala yaşıyor ama bu anımdan Baykal Kent’in varlığı nedeniyle bahsettim anlayacağınız gibi… Oyun fena değildi ama böyle büyük efsaneler sahnede olunca beklentim yükselmişti. Daha iyi bir şey beklemiştim. Kenan Pars konusuna gelirsek… İşte bizim ülkemizde sanatçıya verilen değer… Hollywood’da tüm sinema emekçileri lüks villalarda otururken biz sanatçılarımızı başka işler yaparken görüyoruz. Asıl adı Kirkor Cezveciyan olan Kenan Pars da bunlardan birisiydi. Küçüklüğümden kendisinin vefatına kadar onu Bakırköy’deki Milli Piyango bayiisinde bilet satarken görüyordum. Babam ben küçükken onun aktör olduğunu söyleyince çok şaşırmıştım. Perihan Abla’da kasap rolünü oynayan, kilolu, saçı hafif uzun, bıyıklı Reyhan Ayyüzlü vardı ya? İşte onu da 7 Mart 2001’de hızlı feribotu beklerken görmüştük ailecek… Karacabey’den İstanbul’a dönüyorduk. Deniz çok dalgalıydı. O yüzden feribot hızlı olması gerekirken daha geç ulaşmıştırmıştı bizi. Ayrıca aynı feribotta zaten daha önceden gördüğüm şarkıcı Çelik Erişçi de vardı. Reyhan Ayyüzlü, neredeyse hiç değişmemiş gibiydi ama çok değil, maalesef 2 yıl sonra hayatını kaybedecekti.
Yazımı bahsettiğim isimlerin yanı sıra geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz TRT Spikeri Aylin Özmenek, “Polis Akademisi”ndeki rolüyle çocukluğumuzda bizi güldüren isimlerden birisi olan Marion Ramsey, Bas gitarist İsmail Soyberk, Dakar Rallisi’nde kaza yapan motosikletçi Pierre Cherpin, Müzisyenler Muammer Sun – Erdem Topuz, Gazeteci ve yazar Sevim Gözay, Yeşilçam Oyuncuları Ekrem Gökkaya – Bülent Yıldıran – Oktay Yavuz – Atilla Pakdemir, Ünlü sunucular Larry King – Sonny Fox, Yazarlar Radi Dikici – Eric Jerome Dickey, SES Dergisinin 1975 Liselerarası Altın Ses yarışması Erkek 1.cisi Nedim Katgı, Hollywood Oyuncuları Dustin Neil Diamond – Christopher Plummer – Dawn Wells – Cicely Tyson – Cloris Leachman – Peter Mark Richman – John Reilly, Saksafoncu Alto Reed, Elvis Presley’in bile bestesini söylediği Meksikalı şarkıcı Armando Manzanero Canché, Amerikan futbolu oyuncusu ve besteci Jim Weatherly, Madonna ile de çalışan müzisyen ve şarkıcı SOPHIE, Fotoğrafçı Corky Lee, Koreli genç aktris ve model Song Yoo-jung, genç manken Harry Brant, Piyanist Joanne Rogers, New York Dolls gitaristi Sylvain Mizrahi, TV yıldızı Pat Loud, Amerikalı country müzik şarkıcısı William Edwin “Ed” Bruce Jr., Animasyoncu Dave Creek, Deezer D olarak bilinen rapçi ve aktör Dearon Thompson ve Beyzbolcu Tommy Lasorda’ya adıyorum. Gördüğünüz gibi 2021 de maalesef hızlı başlamış. Aralarında Corona’dan dolayı vefat eden çok…
Article Categories:
Müzik
Likes:
0