Geçtiğimiz aylarda Netflix’te izlediğim diziler bitince yeni bir dizi arayışına girdim. Ama bir türlü hangi yeni diziye başlayacağıma karar veremedim. Beni heyecanlandıracak bir şeyler olmalıydı. Fakat hiçbiri beni heyecanlandırmıyordu. Ta ki 1987 – 1994 yılları arasında yayınlanan “Star Trek: The Next Generation”ın sürekli çıkan kapağını yeniden görene dek… Eski dizi, bildiğimiz şeyler diye burun kıvırdığım diziyi küçükken izlerdim ama hayal meyal hatırlıyordum. Daha çok G.O.R.A. parodileri hafızamızın derinliklerinden diziyi geri getirmişti belleklerimizde… Bu serinin daha eski ve daha yeni versiyonları da var, biliyorsunuz. Hem dizi, hem film olarak… Ama 80’ler ve 90’lar aşığı biri olarak o yıllara geri dönmek istedim.
Bildiğiniz gibi “Seksenler” dizisiyle ilgili veda yazımda artık Türk dizilerinin ilgimi çekmediğini, çünkü eski dizilerin tadının olmadığını yazmıştım. Hem de gereksiz yere uzun sürüyordu. Bu yüzden bir bölümü ortalama 45 dakika süren yabancı dizilere yönelmiştim. Fakat “Star Trek: Yeni Nesil” dizisini heyecanla tekrar izliyor olmam acaba aynı durumu yeni yabancı dizilere de yaşatır mıydı? Bunu ben de merak ediyorum. Acaba yaşlanıyor muyum? Hep eski yabancı dizilerden bahsetmeye başladım. “Atlı Karınca”, “Merlin”, “Alf”, “Hayat Ağacı”, “Yalan Rüzgarı”, “Cesur ve Güzel”, “Rosalinda”, “María la del Barrio”, “Marimar”, “Maria Mercedes”, “Yıldıza Ulaşmak”, “A Takımı”, “Görevimiz Tehlike”, “Kara Şimşek”, “Zenginler de Ağlar”, “Patron Kim?”, “Tatlı Cadı”, “Dallas”, “Charlie’nin Melekleri”, “Lassie”, “Manuela”, “Genç Cadı Sabrina”, “Sabrina the Teenage Witch”, “Cosby Ailesi”, “V”, “Muhteşem İkili” gibi 60’lar, 70’ler, 80’ler, 90’lar ve 2000’ler dizileri Netflix gibi dijital platformlarda tıpkı “Star Trek: The Next Generation” gibi yayınlansa fena olmaz mı? İşte arkadaşlarım ve ben arasında dönen muhabbetler bunlar… Kesinlikle öyle bir şey olsaydı yeni dizilerin pek şansı olmazdı. Belki de o yüzden dijital platformlar eski dizilere pek yönelmiyor. Tabii ki ben 1981 doğumluyum. O zaman diyeceksiniz ki “Daha eski dizileri nasıl biliyorsun?” diye… Aklınıza internet geliyor olmalı. Ama cevap bu değil… Daha internetin icat edilmediği 80’li yıllarda ben doğmadan önce yayınlanan dizilerin tekrarları yayınlanırdı. Biz de severek izlerdik. Evet, belki teknoloji gelişmemişti. Görsel efektler kötüydü ama duygu vardı. Severek ve inanarak yapmışlar bu dizileri… Oyunculuk odaklıydı.
Hazır dizilerden konu açılmışken daha önceki yazılarımda ele almadığım Türk oyuncularla ilgili bazı anılarımı buraya aktarmak istiyorum. Öncelikle “Virgül” olarak bildiğimiz Enver Demirkan’dan başlamak istiyorum. Cümleler direk ortaokul, lise, üniversite zamanlarımda yazdıklarımdan aynen klavyeye dökülecek. Zaten “Virgül” ile Saroz’daki yazlıklarımız aynı koyda… Kumsalda bayağı çok görmüştük. Hatta yanlarındaki pansiyona tanıdıklarımız kalmaya gelmişti. Biz de odalarına yemeğe gitmiştik. İnsan ister istemez balkonlarına göz misafiri oluyordu. O da küçükkenki meraklı bakışlarımı fark etmişti maalesef. Sivri sinekler ısırmasın diye olacak, o sıcakta çorap giymişti. Yıllar önce Yasemin Yalçın’ın “Kadınlık Bizde Kalsın” adlı kabaresine gitmiştik. Çok komikti. “İnce İnce Yasemince”, “Yaseminhane” ve “Haşlamalarla Taşlamalarla” programlarındaki bazı oyuncular da oradaydı. Tabii ki Cansu Başbayan, Sürahi Hanım, Hamsiye, Kakılmış gibi tiplemeleri yapmamıştı ama Alican, padişah, dansöz gibi karakterleri canlandırmıştı. İlyas İlbey de oyunculardan birisiydi. Bu arada Levent Kırca ile ilgili yazımda Zeynep Tedü, Ali Aslanoğlu, Yusuf Elver, Ebru Kural, Ali Demirel, Ali Sürmeli, Mehmet Güney, Selim Gül, Ahmet Çevik ve Hilmi Özçelik’in isimlerinden bahsetmeyi unutmuşum. Skeç çekimlerini ve müzikallerini izlediğim Olacak O Kadar Kadrosunda onlar da vardı.
7 Mart 1998’de Erdal Özyağcılar’ın yazdığını düşündüğüm “Delikan” adlı dizisinin Florya’daki çekimlerinde onu ve Nurseli İdiz’i görmüştük. Arka arkaya özel ders almıştım o gün. Babam da kafamızı dağıtalım diye bizi Florya’ya götürmüştü. Bir bakmıştık “Bilmemne Filmcilik” yazıyor… Sahilde dizi çekiliyordu ama hangisiydi? Bir baktık, Nurseli İdiz! Biraz uzağında ise Erdal Özyağcılar… Evet, evet! “Delikan” dizisini çekiyorlardı. Erdal Bey’in saçları eskisine oranla bayağı uzamıştı. “Bizimkiler” gibi aile dizileri nedeniyle sanki bizim bir tanıdığımız gibi gelmişti ama gerçek hayatta biz onun için sıradan, tanımadığı insanlardık. Cep telefonu sahnesinde Nurseli İdiz beni hemen fark etmişti. Bakış şeklinden o işlere meraklı olduğumu anlamıştı ya da ben öyle hissetmek istemiştim. Küçük ekran daha çok ilgimi çekmişti. Çünkü televizyonculuk hayali kurardım ve çok değil; 5 sene sonra yapacağım stajla medya sektörüne atılacak; daha sonraki yıllarda ise 4 sene süren bir televizyonculuk maceram olacaktı. Martıların daha çok gelmesi için balık atıyorlardı. Ben de bu tür çekimlerde martıların nasıl kadraja girdiğini anlamış olmuştum. Oralarda sahlep için eve dönmüştük sonra… 1999’un Eylül ayında kuzenlerime kalmaya gitmiştim. Kuzenim “Burada Kandemir Konduk oturuyor” diye bilgi vermişti ve penceredeki bıyıklı adamı gösterip “İşte Kandemir Konduk da orada” demişti.
Tarih 19 Şubat 2000’di. İlk kez Akmerkez’e gitmiştik. Annem kolumu sıkmıştı. “Ne oluyor” diye tepki vermiştim. Meğer Tuba Önal’ı gösterecekmiş. Boyu bayağı uzundu. Ayakkabı reyonlarına bakıyordu. Biz de bakıyorduk ayakkabılara… Reklam jingle’larının çoğunu o yıllarda o söylerdi. Birkaç sene öncesinde ise Sezen Aksu’nun vokalistiyken izlemiştik. Ben ise hep solo bir albüm yapıp normal bir şarkıcı olmasını isterdim ve olmuştu da… Hatta MCM kanalına bile çıkmıştı. “Onun Adı Aşk” CD’sini ben de almıştım. Normalde kıvırcık olarak bildiğimiz saçları düzdü. Sonra da Berna Laçin’i görmüştük. Berna Hanım makyajsız çok değişikti. Gümüş gibi duran parlak süs eşyaları var ya… Biz de, o da aynı mağazada onlara bakıyorduk. Tabii ki biz öylesine bakarken o maşa gibi bir şey arıyordu. Beni inceleyerek çaktırmadan yaz gözle bakmıştı. Ben de yandan çaktırmadan fark etmiştim olayı… “Çocuktan Al Haberi”nde çok feminist tavırlar sergilediğini düşünürdüm. O yüzden kendi kendime “Acaba aklından ne feminist düşünceler geçiyordu?” diye espri yapmıştım. 13 Mayıs 2000’de ise Beyoğlu’nda Nilüfer Açıkalın’ı alışveriş yaparken görmüştük. O sırada o da, biz de Mavi Jeans’te ödeme yapıyorduk. Bana giysiler almıştık. Onu bana annem göstemişti. Babam tanımadı ve komik bir olay yaşanmıştı. Babam onun omzuna dokunup ödemeyle ilgili bir şeyler söylemişti. O da ünlü diye yaptığını sanıp bir buzdolabı kadar soğuk bir tepki vermişti. Sonra onun Nilüfer Açıkalın olduğunu söylediğimizde şaşırıp arkasından “Yaşlanmış” diyerekten pot da kırmıştı.
Bu yazımı geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Oyuncu Recep Sarı, Kedim Pamuk Prenses, ABD’li ünlü talk show sunucusu Jerry Springer, ABD’li ünlü rapçi MoneySign Suede, Sokak şarkıcısı Cihan Aymaz ve Michael Jackson taklitçisi Jordan Neely’ye adıyorum. Son bahsettiğim 3 genç maalesef cinayete kurban gittiler. Yıl olmuş 2023… Bu sapkınlığa artık bir son vermek lazım!
Article Categories:
Kategori Dışı
Likes:
1