12 OCAK 2001 CUMA: Bugün kız arkadaşımla Larry O’Neill’in konserine gidecektik. O yüzden bir yerde buluşmamız gerekiyordu. Fakat okul çıkışında telefonla bir fikir verdi. Çünkü kendisi bugün okula gelmemişti. Samatya’ya gidecektim. İlk önce her zamanki gibi Mudurnu’da yemek yeyip eve uğradım. Evde de yiyebilirdim, bugün sadece 4 ders vardı ama annem yoktu. Ablamla havuza gitmişti. Bir süre muhabbet kuşum Fıstık’ı çıkartıp uçurdum. Çantamı bıraktım, sweat-shirt’ümü aldım. Balığım Kaçık’ın suyunu değiştirdim. Sonra Samatya’ya gittim.
Hazır oraya gitmişken, “İkinci Bahar” dizisindeki Ali Haydar Antep Sofrası’nın tekrardan yapılmış, pembeye boyanmış halini göreyim dedim. Fakat bir baktım, halen daha yanık… Vakkas yakmıştı, sonra tekrardan yaptırmıştı, hatta pembeye boyatmıştı. Fakat Samatya’da halan daha yanık, gaz kokan, maviyle yanık renginin birleşmiş hali vardı. Oradaki görevliye sordum. Meğer önceden o tekrardan yapılmış halini çekmişler, sonra yakmışlar. Ama halen daha kafamı kurcalayan bir soru var. Pembeye mi boyadılar, sonra tekrardan mavi mi yaptılar? Yoksa pembe mi kapladılar mavi duvarın üzerine? Aman neyse, bu gidişle ajandamda “Devamlar” bölümü açacağım.
Neyse sonra kızları aldım, bir yerde yemek yedik. Daha doğrusu onlar pizza yediler. Ben bir iki parça aldım… O da zorla… Ve iğrenç bir sütlaçın yarısını yedim, gerisini bıraktım. Sonra kız arkadaşımla bol bol gezdik. İlk önce tekrar “İkinci Bahar”ın çekildiği yere gittik ve ben oradan iki parça (biri minik, biri o kadar da minik değil) aldım. Çünkü biliyorsunuz, yanmaktan her yer paramparça oldu. Ben de duvardan yere düşmüş parça aldım ama daha büyük olanı bel çantamda kırıldı. Öğlen kız arkadaşımla Bakırköy’e de gittik. Bakırköy Belediye Orkestrası ve askerler vardı. Bir şeyler çaldılar, İstiklal Marşı da çalındı, bayrak yukarı çıkartıldı ve saygı duruşunda bulunduk. Hayret bir şey, her hafta oluyormuş bu olay ama hemen hemen her gün Bakırköy’e gittiğim yıllar bile olmasına rağmen, bir ayağım orada olmasına rağmen hiç buna rastlamamıştım. İlgimizi çok çekti. Neyse, sonra kız arkadaşım hiç hayatında Atrium’a gitmediği için oraya gittik. Tabii ki hayalinden küçük bir alışveriş merkeziyle karşılaşınca çok şaşırdı. Biz de Ataköy’ü gezdik, her ne kadar gezilecek fazla yer olmasa da… Ve birbirimize bir sürü sır anlattık. Bayağı konuştuk yani… Sonra bir arkadaşımız daha geldi, bilmemkaçıncı kez Atrium’a gittik. Migros’tan çikolatalar aldık, ayrıca para atılıp kısmetine neyse o top gelen makinadan top aldık. Bana yarısı açık sarı gibi, yarısı koyu yeşil bir top; kız arkadaşıma pembe-sade bir top; diğer arkadaşımıza da hatırlamadığım renkte bir top geldi. Gerçi kız arkadaşım bir kere daha aldı ve bu sefer daha iyi bir pembe geldi ama oradaki çocuğun topu makinede tıkılı kaldığı için kendi topunu o çocuğa verdi. Neyse, diğer arkadaş topunu o kadar çok oynadı ki, sokakta topu kayboldu.
Sonra konserin olacağı Kültür Koleji’ne (bizim değil, bu normal bir lise… Bizimki İKÜ) gittik. Oraya kız arkadaşımın iki arkadaşı ve bir tanesinin kocası da geldi. Ayrıca iki hocamız da geldiler. Larry O’Neill’in konserinin zamanı (8 buçuk) geldi çattı. Ben çok sıkılacağımı düşünüyordum. Ama konser o kadar komik ve eğlenceli geçti ki gülmekten suratım kızardı. Hatta ısındı. Adamın sahnesi çok iyiydi. Çok beğendim. Bu arada Atrium’da gördüğümüz şapkalı zenci adam meğer Larry O’Neill’miş. Neyse, adamın konuşmasının ve şarkılarının hepsini anladım. Hatta kız arkadaşım bile anlamaya başladı. Bu arada eski bir hocamız da oradaydı ve o sırada “Acaba öğrencilerim anlıyorlar mıdır?” diye düşünmüş. “Blues Baba” olarak tanıtılan Larry O’Neill resmen espri olsun diye şarkı yazmış, aklıma Grup Vitamin geldi. Adamdaki laflardan ve hareketlerden hep o anlam çıkıyordu, salon katılıyordu gülmekten… Hele 4 genci sahneye çıkarıp bazı hareketler yaptırınca olanları görmeliydiniz. Bu Blues konserinde çok eğlendim ve unutamayacağım anılarım arasına girdi.
Article Categories:
Konser
Likes:
0