Tüm ziyaretçilerime selamlar;
20 yaşındaki web sitemde en genç bölüm 2 sene evvel açtığım “Seyahat” köşesi… Aynı zamanda en çok ihmal ettiğim bölümlerden birisi… Çünkü topu topu 4 yazı var orada şimdilik… Ki bir tanesi de önceden yazdığım ama bu bölüme uygun gördüğüm için taşıdığım eski bir yazıydı. Fakat inşallah yakın gelecekte bu bölüme daha çok özen göstermeyi planlıyorum ve bunu umuyorum. Bu bölümü canlandırmak için de geçen ayki Ankara gezimi kaleme almak istiyorum.
Geçen ay 1 haftalığına yıllık izne çıkmıştım. Değerlendirmek için de 20 Şubat 2019 Çarşamba günü, yani doğum günümden 2 gün evvel erken kalkıp metrobüsle Uzunçayır’a, oradan metroyla Pendik’e, ardından da hızlı trenle Ankara’ya gitmiştim. Çünkü amacım Anıtkabir’i yeniden ziyaret etmekti. Zaten bunun planını uzun zamandır kuruyordum. Çünkü içine 16 Haziran 1991’de, yani küçükken girmiştim. 11 yıl evvel gittiğimde ise sadece dışarıdan görmüştüm. Gezme hakkımı yeniden Ata Kulesi’ne çıkmakta kullanmıştım. 11 yıl önce Ankara’ya gitmemdeki asıl amacım o yıllarda televizyoncu olduğum için TRT’nin İngilizce çeviri sınavına girmemdi. Sınavım aslında çok güzel geçmişti. Zaten çevirileri Doğan TV’de Star, CNN Türk, Kanal D Spor, Futbol Smart, BJK TV için aktif olarak yaptığım için çevirime ve o çeviride kullandığım dile güveniyordum ama tabii ki TRT’de referansım yoktu. O yüzden kısmet olmamıştı. Eğer işe alımı gerçekleşseydi Ankara’ya taşınmayı bile düşünmüştüm. Sözü meclisten çıkardık, konumuza dönelim. 2008’de kaldığımız otelin manzarasında bile Anıtkabir vardı ama vaktimiz kısıtlı olduğu için gidememiştik. Ama orada güncel fotoğraflarım ve anılarım olmasını istiyordum. Çalıştığım yer de Anıtkabir’e geziler düzenlemişti ama haklı olarak daha önce Anıtkabir’e gitmeyenlerden bir grup oluşturmuşlardı. Ama ben müzedeki yenilikleri de merak ediyordum. Bu yüzden Ankara’ya gelir gelmez hemen soluğu metro durağında almıştım. Zaten tren kazası nedeniyle tadilat olduğu için tren Eryaman’a kadar gidiyordu. Banliyöya ücretsiz binebiliyorduk ama… Tren yolculuğumdaki gözlemlerimde ilginç bir detay dikkatimi çekmişti. Her türlü zemine, her türlü yerleşim bölgesine, hatta etrafında merkez olmayan yerlere bile ev yapanlar olmuş. Çok merak ettim: Bu evlerde yaşayan insanlar nerede çalışırlar, ne yerler, ne içerler? Bazı evler neredeyse bataklığa kurulmuştu. Önünde sellere bulanmış ağaçlar ve yapılar olan evler bile hala kullanılıyordu. İn ve cinin top oynadığı tepeye bile ev yapanlar olmuştu. Bazıları dokunsan yıkılacak gibiydi. Hatta en enteresanı bir çeşmenin üzerine zemini boşlukta kalacak şekilde dikilmiş bir evdi. Yani siz hayrattan su içerken tepenize bir bakacaksınız; evin zemini var! :O
Peki Anıtkabir’e nasıl gidilir? İşte bu soruyu metrodaki Ankaralılara sordum ve birisi bana yol gösterdi. Yeni Şehir mi ne; öyle bir durakta inip Anıtkabir minibüslerine bindim. Hemen nizamiyenin önünde indirdiler zaten. Daha yemek bile yemeden heyecanla kendimi girişin x-ray kontrolüne bıraktım. Çünkü 3 Şubat 2019 Pazar günü, yani Ankara gezimden sadece 3 hafta evvel Mustafa Kemal Atatürk ile akrabalığımız bulunduğunu öğrendiğimiz için bu kez bir aile büyüğü sıfatında onun mezarını ziyaret etmiş olacaktım. Ne kadar gurur duyduğumu tahmin ediyorsunuzdur sanırım. Zaten anne tarafından Selanik göçmeniyiz ama bu bağlantıyı kısa bir süre öncesine kadar bilmiyordum. Sadece Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusunu değil, aynı zamanda Zübeyde Hanım tarafından bir akrabamı anmış oldum. Hep hayal etmişimdir Atatürk ile akrabalık çıkar mı diye… Ve hayallerim gerçek olmuştu. Anneannemin tarafından gelen akrabalar söylemişti. Anneannemin babaannesinin Zübeyde Hanım ile hem komşuluğu, hem de akrabalığı varmış. 🕺🏼 Bizim e-devlet sisteminde de Zübeyde Hanım oğlu Mustafa görünüyor ama sadece isim benzerliği. Demek ki onlarda adet bu isimler. Gurur duymuştum kanımla! Kalbim sıkışmıştı heyecandan. Tarif edilemez bir duygu… Anıtın önünde 4 gencin fotoğrafını çekerken (çünkü onlardan birisi benim fotoğrafımı onların fotoğrafını çekmem karşılığında çekmişti) onlara “Bu fotoğrafı Atatürk’ün akrabası çekmişti dersiniz” diyesim gelmişti ama inanmazlar diye vazgeçtim söylemekten… Zaten çevrem de bu olayı söylediğimde şüpheyle bana bakıyor. Baba tarafından da Osmanlı paşalarıyla akrabalığımız var zaten. Ahmet Galip Paşa ve Ekrem Paşa mesela… Baba tarafımın kökeninin İstanbullu olduğunu ve Osmanlı paşalarına kadar soyumuzun dayandığını nihayet e-devlet’teki Alt-Üst soy ağacını göstererek daha yeni yeni kanıtlayabiliyorum ama o listede sadece nineler ve dedeler olduğu için Atatürk ile akrabalığımız olduğuna dair insanları ikna edebilmem için elimde sadece Selanik göçmenliğimiz, Katerin bölgesinden olmamız ve birkaç akrabamızda mavi gözlülük ve sarışınlılık çıkması var. Kimse inanmazsa inanmasın. Ben biliyorum ya, o yeter bana… Dürüstlüğüm ile tanınmama rağmen insanların tereddüt etmesi gerçekten enteresan…
Neyse, izlenimlerime dönelim. Atatürk ve Kurtuluş Savaşı müzelerinde fotoğraf çekmek yasaktı ama birkaç kez bu yasağı delmiştim. Çünkü çok güzel şeyler vardı. Mesela Kurtuluş Savaşı canlandırması, bazıları balmumundan yapılma heykeller gibi… Eşyalarını çekemedim ama… Bazı eşyaları İstanbul’daki Rahmi Koç Müzesi’nde de sergileniyor. Bilginiz olsun bu arada… Belki ilerleyen zamanlarda Rahmi Koç Müzesi deneyimlerimi de paylaşırım sizinle… Küçükken Anıtkabir’deki müzede arabasını da görmüştük diye hatırlıyorum ama bu kez yoktu. Aslanlı Yol’da küçükken yine bir yasağı delip aslan heykellerinden birisinin üstüne çıkmıştım. Öyle poz vermiştim. O yoldan geçerken aklıma bu anım geldi ve sosyal medya için #28YearsChallenge yaptım.
Michael Jackson’ın Dangerous turnesindeki gibi hareketsiz duran askerlerin nöbet değişimine de denk geldim ve çok etkilendim. Allah ordumuzu başımızdan eksik etmesin. Anıtkabir’den çıktıktan sonra acıktıysanız en yakın ve lezzetli seçim Anıt Lezzet gibi görünüyor. Adını Anıtkabir’den aldığını düşündüğüm lokantada döner dürüm yedim. Yanında mezeler de ücretsiz olarak veriliyor. Ardından Kızılay’a gidip otel aradım. Kesinlikle internetteki hotel uygulamarına ve sitelerine güvenmeyin. Kendiniz araştırıp sorun. Çünkü bu uygulamalardaki fiyatlarla gerçek ücretler arasında bir uçurum var. Çok şaşırdım. Neyse ki sonra bütçeme uygun bir otel bulmuştum merkeze yakın… Hotel Abro Necatibey’de check-in’imi yaptırmıştım. Otelde penceresi bile olmayan 606 nolu 75 TL’lik ekonomik odalardan birisinde kalmıştım. Çok iyi bir otel değil ama zaten otellere sadece uyumak ve dinlenmek için gitmiyor muyuz? Merkezdeki diğer oteller ateş pahası, değmez sadece gece için… Birçok otelde olduğu gibi buzdolabı, televizyonu, temiz nevresimleri, duşu, havluları, sabunları, şampuanları yine vardı. Kahvaltısı da çok güzeldi. Sınırsız açık büfede çeşit çeşit börekler, ekmekler, peynirler, zeytinler, yumurtalar, soğuk ve sıcak içecekler, domatesler, salamlar, reçeller, tereyağı ve bal var. Akşam yemeğini de otele yürüme mesafesinde olan Popeyes’ta yemiştim.
Yalnız Ankara’ya çok enteresan bir günde gelmiştim. O sabah yoğun bir sis vardı İstanbul’da… Önümü görememiştim neredeyse… Trenle Ankara’ya bağlı olan Polatlı’dan geçmiştik ve aynı gün orada patlama olmuştu. Gaziler ve şehidimiz olmuştu maalesef… Bu vesileyle şehitlerimizi, Yeni Zelanda’daki terör kurbanlarını, Kolombiya’dan Etiyopya’ya uçak kazalarında hayatını kaybeden insanları ile geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz ünlü dizi oyuncusu Jan-Michael Vincent’ı, Demet Akbağ’ın eşi de olan yapımcı Zafer Çika’yı, ünlü güreşçi King Kong Bundy’yi ve ünlü manken Elly Mayday’i anmak istiyorum. Polatlı’daki patlamanın yanı sıra yine aynı gün Çanakkale’de deprem olmuştu ve birçok ilimizde hissedilmişti. Ertesi günü İstanbul’a döndüğümde Ankara’dan hatıra olarak taze fotoğraflar ve videolar ile akbil kartım kalmıştı. Tuncay diye bir arkadaşım zaten bana Anıtkabir’den magnet getirmişti. Onu Ankara hatırası olarak saklıyorum buzdolabımın üstünde… Gelecek yazımda görüşmek üzere…