1999 yılından beri öykü, deneme tarzı hikayeler yazmaktayım aralıklı olarak… Küçükken de masallar yazıp bunları kendi çizdiğim resimlerle destekleyip fanzin gibi dergiler yaparak fotokopi çektirmek suretiyle dağıtırdım insanlara ama bunları arşivlemeye ve gerçek anlamda hikaye yazmaya 1999 yılında başladım sanırım. Hatta bu öykülerim Şiir Evreni, Denemeler, Hikayeler gibi internet sitelerinde yıllarca yayınlandı. Zaten bu 1999 yılı gerçekten hayatımın dönüm noktası oldu diyebiliriz. 18 yaşıma gelip reşit olmamla beraber öyküler yazmışım, internet alıp web sitem TST Interactive’i ilk o yıl kurmuşum, Şebnem Ferah başta olmak üzere konserleri tek başıma ya da arkadaşlarla takip etmeye yine o yıl başlamışım, sürekli imaj yenilemişim, liseden mezun olup formadan kurtulmuşum, 17 Ağustos depremi ve Barış Manço ile Ajlan Büyükburç’un vefatı beni derinden etkilemiş, film listesi yapmaya başlamışım, 20. yüzyılın sonu gelmiş, v.s. MP3 Player’ımın 1999 klasöründe bile diğer yıllara oranla daha çok şarkı var. Neyse, konuyu dağıttım. Çeşitli internet sitelerinde öykülerim, hikayelerim yayınlanmasına rağmen blog’umu ve Yahoo’daki grubumun “Files” bölümünü saymazsak bu yazdıklarımı bugüne, yani 2009’a kadar hiç kendi sitemde yayınlamamıştım. Fakat o öykü sitelerine üye olanların yazdıkları olumlu yorumlar ve verdikleri yıldızlar nedeniyle profesyonel olmasa da hikayelerimin beğenildiğini fark ettim ve geç de olsa site içeriğime almaya karar verdim. Gerçi olumsuz tepki aldığım da oldu, mesela “Boriyon Gezegeni” adlı hikayem nedeniyle bilim kurgu bir senaryo yazmış olsam da bazı muhafazakar kesimler tarafından haksız yere suçlandım ama bunların hepsi kurgu… Kimi zaman hayal gücümü çalıştırdım, kimi zaman izlediğim filmlerden esinlendim, kimi zamansa gördüğüm rüyalarımdan yola çıkarak yazdım ama bu kadar ciddiye alınacağını düşünmedim. Yine de her elimi attığım olayda olduğu gibi olumlu tepkiler daha fazlaydı ve olumsuzlara kulak asmayarak, 2009 itibarıyla öykülerimi kişisel web sitemden beğenilerinize sunuyorum. Lütfen web sitenize koyacaksanız kaynak olarak www.tst.gen.tr ‘yi belirtin. İlk olarak “Ana, Ne?” adlı saçma sapan, dramatik ama bir yandan da eğlenceli öykümü paylaşmak istedim.
Şimdi sizlere yeni bir efsane anlatacağım. Türkçe derslerimizde hep öğretilmiştir. “‘Anne’ büyük ünlü uyumuna uymaz ama Türkçe’dir.
‘Ana’ dilden dile değişikliğe uğramıştır ve ‘anne’ haline gelmiştir.”… Bunun hikayesi aslında “Anadolu”nun hikayesine benzer. Biliyorsunuz, susayan atlılar “Dolu-Ana, Dolu-Ana” diye ayran isterlerken bu söz “Anadolu” diye yeni bir kelime olmuş ve Trakya Yarımadası’nın bitişiğindeki büyük yarım adanın adı olmuştur. Bunu hepimiz biliyoruz. Peki ya “Anne”? Köyde Fatma Ana oğlu Ahmet ile yalnız yaşardı. Çok hamarat bir kadındı. 21 yaşındaki oğlu “Ana, senin gibi bir kız bulmadan evlenmem.” diye takılırdı.
Bir gün Fatma Ana her zamanki gibi ortalığı süpürüyor, yemek hazırlıyordu. Bir anda gözleri karardı. Halsizleşmiş, yorulduğunu hissediyordu. Yatağına uzandı.
Gözlerindeki karartılık gitmişti ama bir eksiklik daha vardı. Ne olduğunu anlayamamıştı. Oğlu Ahmet “Ben kahveye gidiyorum, ana!” dedi. O çıkarken Fatma Ana oğlunun kapının önünden geçtiğini gördü. Ağzının hareket ettiğini, birşeyler söylediğini anladı ama duymadı. Aslında hiçbirşey duymuyordu. Sağır olduğunu işte o an anladı.
– Oğul! diye bağırdı.
Ahmet şaşırdı. Çünkü haykırır gibi, ses tonunu düzenleyemeyecesine seslenmişti Fatma Ana…
– Ana, ne?! diye bağırdı.
– Oğul!
Neden cevap vermiyordu ki?
– Ana, ne?
– Oğul! Oğul! Oğul!…
– Ana, ne? Ana, ne? Ana, ne?…
– Oğul! Oğul! Oğul! Oğul! Oğul! Oğul!
Ahmet odaya koştu. Bir yandan da heyecanla bağırıyordu.
– Ana, ne? Ana, ne? Anane, anne anne anne!…
– Oğul! Oğul! Oğul!
– Anne! Anne! Anne!
Odadaydı. Fatma Ana devam ediyordu.
– Oğul! Hiçbirşey duyamıyorum. Oğul! Oğul! Oğul! Oğul!
Ahmet şok olmuştu. Ne yapacağını şaşırmıştı.
– Ana, ne? Anne? Anne? Anne?
Aslında “Anne” lafı “Ana, ne?” lafından türemişti. Bu “Oğul!” ve “Anne!” haykırışlarını duyanlar bundan çok etkilenmişlerdi. Fatma Ana sağırdı artık. Artık köydekilerin analarına “Anne” diye hitap etmeye başladıklarını duyamıyordu… “Anaanne” lafı da (yani annenin annesi) ayrı bir efsane… Onu da siz uydurun.
YAZILDIĞI TARİH: 13 Temmuz 2001 Cuma
© Turgay Suat Tarcan