Bir efsaneyi daha kaybettik… 16 Eylül 2016’da maalesef Tarık Akan vefat etti. Kendisinden 80’li yıllarda imza almıştım. Galleria’daki Fame City’de görmüştüm. Oğulları oynasın diye getirmişti o da… Ben de küçüktüm ve ben de Fame City’ye oynamaya gelmiştim. Belki de kimin oğlu olduklarını bilmeden Tarık Akan’ın oğullarıyla da o renkli toplu havuzda falan oynamış olabilirim. Kim bilir? Tarık Akan bıyıklıydı ve saçları hala siyahtı. Yanımda Kardeş ve Bando dergileri vardı. Onlara imza attırmıştık. Fakat dergilerim atıldığında o imzalar da çöpe gitmişti. Çok üzülmüştüm. Kendisi Bakırköylü olduğu için annemi, teyzemi falan tanırdı. Hatta Fame City’de annem ve babamla sohbet ettiği zaman onun da annemi Bakırköy’deki gençlik günlerinden hatırladığını, tanıyarak konuştuğunu hatırlıyorum. Ayrıca babamın oyuncu olan amcasının oğlu Yaman Tarcan’ın dostuydu. Yaman Amca 2009 yılında vefat ettiğinde cenazesine de gelmişti. İkisi “El Kapıları” filminde beraber oynamışlardı.
Tarık Akan’ı en son 14 Mayıs 2012 Pazartesi günü Atatürk Havalimanı girişinde görmüştüm. O sırada Çelebi’de çalışıyordum. Servis şoförü 06:30 – 18:00 vardiyası için beni işe bırakıyordu. Hemen yanımıza park eden arabaya Tarık Akan giriyordu. Şoför koltuğuna oturmak üzereydi. Herhalde birini yolcu etmişti. Servis şoförümle ben ona el sallamıştık. O da bize el sallamıştı. Allah rahmet eylesin.
18 Eylül 2016’da da (yani evvelsi gün) cenazesine gitmek nasip oldu maalesef… O gün de 06:30 vardiyasındaydım ama 4 yıldır Havaş’ta çalışıyorum. 17:00 çıkışlıydım. Ama saatimin pili evvelsi günü bittiği için pil taktırmak için Bakırköy’e gitmek üzere 1 saat erken çıktım işim bitince… Fakat hesaba katmadığım bir şey vardı… Pazar günleri saatçi kapalı oluyormuş meğer… Üzülüp pasajdan geri dönüyordum ki enteresan bir şey oldu. Günler evvel yazlıkta olan anneme sinemaya gideceğim için cep telefonumu kapayacağımı belirten bir mesaj atmıştım. O mesaj Allah’ın Tarık Akan’ın cenazesine gitmemi istediğinden midir, nedir, tekrar anneme gitmiş. Annem de “OK” diye yazınca “O mesaj eski” demek için aradım. Ne yaptıklarını sordum. Tarık Akan’ın cenazesini izlediklerini söyledi. Ben zaten Tarık Akan’ın cenazesi olacağını biliyordum ve gitmek istiyordum ama çalıştığım için Teşvikiye Camii’deki cenaze namazını falan televizyondan bile izleyememiştim ve çoktan defnedilmiştir diye düşünüyordum. Daha Bakırköy’deki Zuhuratbaba Mezarlığı’na gelmediklerini öğrendiğimde “Aaaa ben de Bakırköy’deyim. Ben de gideceğim o zaman cenazeye” dedim. Annem de “Evet, babanla ben de İstanbul’da olsaydık giderdik. Git bizim için…” dedi.
Hemen Cumhuriyet Meydanı’nın yolunu tuttum. Fakat ana girişler polis bariyerleriyle kapatılmıştı. İnsan seli vardı. Ben de kenardan arka tarafa geçmek için yürürken hemen önümde yürüyen kadın ve adamın Semiha Yankı’yla İskender Doğan olduklarını duydum insanların tepkisinden. Arkalarına dönük oldukları için yüzlerini görememiştim. Onların durduğu yerde durdum. Selfie yaparken arkamdalardı. Babam hep gençliğinde İskender Doğan, Semiha Yankı ve rahmetli Esmeray’la arkadaş olduklarını; partilerde onlarla dans ettiğini anlatırdı. Ben de bundan bahsettim sayın Doğan’a… O da elini omzuma koyup babamın kim olduğunu sordu. Ben de söyledim ama suratından hatırlamadığını anlayıp “Unutmuş olabilirsiniz, çok gençmişsiniz” dedim. Bana Semiha Yankı ile komşu olduklarını da söyledi. Daha sonra izdiham arasında onları kaybettim.
Bu sırada izdiham devam ediyordu. Tarık Akan’ın onbinlerce hayranı onu son kez görebilmek için nöbet tutuyordu. Bazı Tarık Akan fanları mezarlığın duvarının dışarı bakan kısmına çıkıp daha rahat görmek için durmaya başladı. Evet, bir mezarlığın duvarına çıkmak ölülere saygısızlık olarak düşünülebilir her ne kadar dışarıya bakan kısmı olsa da… Ama zabıta ve polisin sadece bir kadına yüklenmesini doğru bulmuyorum. Olayı anlatayım. Bu insanlar o korkuluklara çıkmış dururken yeşil saçlı bir bayan; sarışın, uzun saçlı, gemi kaptanı şapkası takmış, Ömercik ya da Yalın’ın “Tatlıyla Balla” klibindeki çocuğa benzeyen oğlu daha iyi görsün diye çıktı. Bir zabıta ve iki polis de sadece o bayana inmesi gerektiğini söyledi. Sırf marjinal bir görüntüsü var diye ayrımcılık yapıldığı belliydi. “Hayır, inmiyorum. Eğer diğerlerini de indirirseniz inerim” diye haklı olarak tepkisini gösterdi o kadın… Üzerine çok gidilince “Oğlum sen kal burada. Sadece ben ineceğim” diye çocuğu için kendi rahatlığını feda etti. Zabıta ve polisler o hanımefendi inince diğerleri için de aynı uyarıyı yapma gereği duymadan oradan ayrıldılar. O duvara çıkanlar fazlalaşınca o kadın yine çıktı, o ayrı mesele… Ya herkesi indireceksin, ya da sırf saçları yeşil, modern giyiniyor diye aynı kadına yüklenmişlik yapmayacaksın kardeşim. Artık öyle yobaz bir ülke haline geldik ki şort giyen kıza tekme tokat girişen ayı salınıyor. Ancak tepkiler gelince tekrar gözaltına alınıyor. Neymiş efendim? İslami kanunlar bunu gerektiriyormuş. İnsanları dinden soğutacaklarına örnek olsunlar…
Konuyu saptırmayalım. Mezarlık kapısı halka kapalıydı. Gerçekten de buna hakları vardı. Yoksa izdiham çıkacaktı. Orada yatan diğer insanların mezarlarının mermerleri bile belki kırılabilirdi. İçeri girmek için direnenler oluyordu. O sırada yaşlıca bir adamın dedikleri beni çok duygulandırdı. “Asıl benim girmem lazım oraya! Tarık Akan benim iki çocuğumun eğitim masraflarını üstlendi. Çocuklarım onun sayesinde okudu!” diye bağırdı. Adeta çılgına döndü. Bir kez daha gördüm ki Tarık Akan sadece oyunculuğuyla değil; insanlığı ve yardımseverliği ile de milyonların sevgilisi olmuştu.
Şişli’deki törene de giden vatandaşlar bir bir gelmeye başladıklarında artık cenaze aracının da gelmesi gerektiğini düşünüyordum ama trafiğin tıkalı olduğunu, kendilerinin sahil yolundan geldikleri için daha erken gelebildiklerini söylediler. Gerçekten de Tarık Akan’ın oğlu Barış Zeki Üregül inip mezarlığa yürüyerek gelmeyi tercih etmişti. Onu gördüğümüzde alkışladık. İnsan yığınını yarıp adım adım önce basın aracı geldi. Çok gecikmişlerdi. Çünkü trafik kapatılmış olduğu halde Tarık Akan hayranları olan bizler yolu yayan olarak kapamıştık. Böyle bir kalabalığı en son 17 yıl evvel Barış Manço’nun cenazesine gittiğimde görmüştüm. “Açılın, açılın” diye diye adım adım cenaze aracı hemen yanımızdan geçti. Böyle bir büyük sanatçının cenaze aracıyla selfie yapasım geldi ve yaptım da… Adım atacak yer yoktu. Nasıl ezildik araca yol vermek için, anlatamam… Arkasından takip ettim cenaze aracını… Nihayet Bakırköy Zuhuratbaba Mezarlığı kapısının önüne araç park etti. Tabutu indirdiklerinde CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu hemen mezarlığını önündeki CHP binasının balkonuna çıktı. Zaten siyasilerden bir o gelmişti, bir de benim için son Cumhurbaşkanımız olan Ahmet Necdet Sezer gelmiş. Sezer’i görmedim ama Kılıçdaroğlu’na ben de alkış tuttum. Aydın vatandaşların ve sanatçıların karşısına aktif siyasilerden yalnızca o çıkabiliyor. “Faşizme karşı omuz omuza”, “Türkiye laiktir, laik kalacak!” tezahüratları yaptık. Bir de “Damat Ferit! Damat Ferit!” ve “Hababam Güm Güm Güm! Hababam Güm Güm Güm!” diye sloganlar attık. Binlerce kez izlemiş olsak da bıkmayacağımız film türlerinden birisi olan Hababam Sınıfı’nın tekerlemesini söylediğimizde işte o an gözyaşlarım boğazımda düğümlendi ve yanaklarımdan aktı. Çünkü aklıma Tarık Akan’ın da artık Adile Naşit, Kemal Sunal, Feridun Şavlı, Cem Gürdap, Muharrem Gürses, Sıtkı Akçatepe, Akil Öztuna, Kemal Ergüvenç, Ertuğrul Bilda, Talat Dumanlı, Hayri Karabey, Hakkı Karadayı, Ekrem Dümer, Leman Akçatepe, Eşref Vural, Hüseyin Kaşif, Zeki Alasya, Sümer Tilmaç, Erol Büyükburç, Savaş Dinçel, Hüseyin Kutman, Ahmet Açan, Selim Naşit, Cem Molvan Jacques gibi hayatını kaybeden efsanevi Hababam Sınıfı oyuncularının yanına gittiğine şahit oluyor olmamız geldi. Artık Damat Ferit de Hafize Ana, İnek Şaban, Domdom Ali, Tulum Hayri gibilerinin yanına gitmişti. Adile Naşit benim ölümünü idrak edebildiğim ilk ünlüydü. “Kuzucuklarım” diye bize seslendiği TRT’deki çocuk programını hiç kaçırmadan izlerdim. O kadar üzülmüştüm ki çocukluk aklıyla Adile Naşit’e mektup yazıp uçan balonla gökyüzüne göndermiştim. Sanıyordum ki uçarak bulutların üzerindeki cennete gidecek… İşte Tarık Akan’ın da ölümü içimdeki çocuğun saçmalama isteğini uyandırdı ama elimden sadece dua okuyabilmek geldi… Zaten Tarık Akan’a bela okuyanlara inat onun anısına dualar okumaya devam edeceğiz… Tarık Akan okul yaptıracak kadar hayırsever bir insandı. Acaba kendileri ona bela okumadan önce Tarık Akan’ın yaptığı iyilikleri bu dünyada yapabilecekler mi? Sorsunlar aynalarına… Bir ölünün arkasından “Ateşi bol olsun” gibi şeyler denmeyeceğini anne ve babaları öğretmiyorlar mı? Kötü bir insan vefat etse bile imam cenazesinde hakkımızı helal edip etmediğini sorar. Biz de “Helal olsun” deriz. Söz konusu Tarık Akan gibi dünya iyisi, memleket meselelerine duyarlı bir sanatçıysa ölüsüne daha çok saygı gösterilmesi gerekir. Ölüye saygı göstermediklerine göre gerçek Müslüman değillerdir demektir. Başkalarının inançlarını sorgulayacaklarına önce kendileri her şeyi yerine getiryorlar mı, öbür dünyada cennete gideceklerinin garantisi var mı? Bir oturup düşünsünler. Satanist, Fetöcü, İlluminatici gibi çevreye ve insanlara zarar veren bir tarikata mensupsa tabii ki tartışılabilir ama laik bir ülkede yaşadığımız için insanları Ateist, Müslüman, Hristiyan, Budist, Yahudi diye yargılama hakkımız yok. İşte bu yüzden Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk saltanatı kaldırmış ve Türkiye’de laiklik sistemi kurmuş. İnsanlar özgürce inançlarını yaşayabilsinler, dini kendilerine göre yorumlasınlar ama yorumlarken başkalarının özgürlüklerine ve düşüncelerine de karışmasınlar diye… İşte Tarık Akan da bunun farkındaydı ve bu yüzden Kemalist bir düşünceye sahipti. Ne acıdır ki öyle cahil bir toplum haline geldik ki Atatürk’ün yaptıklarını hiçe sayıp Atatürkçülere dil uzatılıyor.
Neyse, Özgürlük Meydanı’ndaki (Cumhuriyet Meydanı) konuşmaları biraz dinleyip, slayt gösterilerini filan da biraz izleyip eve dönmek durumundaydım. Çünkü trafik kapatılmıştı. Ertesi günü de çok erken kalkacaktım. Artık akşam olmuştu. Elimden sadece yürümek gelecekti. Biraz demirlerin arasından Tarık Akan’ın gömülmesini izleyip zaten ayakta durmaktan yorulmuş bedenimi eve yürümeye zorlayarak daha çok ağrımasına neden oldum. Zaten uzun bir yol trafiğe kapalıydı. Daha yeni yeni bazı demirler kaldırılıyordu. Yolun yarısına geldiğimde araçların geçmeye başladığını gördüm. Ama tabii ki cenazeden dönen kalabalıklar nedeniyle tüm taksiler doluydu ve minibüslerde tıka basa yolcu alındığı için yer yoktu. Ama yorgunluğuma değdi. Atatürkçü, aydın, büyük, çağdaş bir sanatçıya son görevimizi yerine getirmiştik. Bugün de (yani 20 Eylül 2016 Salı günü) cenaze günü halka kapalı olan mezarlığa girme şansım oldu. Birçok insan birkaç dua okumak, mezar taşıyla fotoğraf çektirmek için Tarık Akan’ı ziyarete geliyordu. Bıyıklı bir adam mezar taşını öptü. Hepimiz gibi onu çok sevdiği belliydi. Bu olay gözlerimin yaşarmasına neden oldu. Kendimi çok tuhaf hissettim. Nur içinde yatsın… Ayrıca dün Dünya Gaziler Günü’ydü. Başta Kurtuluş Savaşı’nda Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile omuz omuza çarpışan tüm şehitlerimiz ve gazilerimiz olmak üzere tarihimizdeki ve günümüzdeki tüm kahramanları anıyorum… Sözde değil, özde olanları… Atatürk, gerçekten ön saflarda yer alarak, gazi olarak Başkumandan olmayı hak etmiştir. Asla saklanmamıştır!