Spor sadece yeşil sahalarda, salonlarda, pistlerde, spor programlarında izlenmiyor. Beyaz perdede de izleniyor. “Karate Kid” gibi karate filmleri olsun, “Rocky Balboa”, “Cindrella Man” veya “Milyon Dolarlık Bebek” gibi boksla ilgili filmler olsun, “Any Given Sunday” gibi Amerikan futbolu filmleri olsun, hatta Madonna ve Tom Hanks’in oynadıkları “A League Of Their Own” gibi beysbol filmleri bile olsun; her türlü spor dalıyla ilgili bütün filmlerin ortak bir noktası vardır… O da başrolü oynayan aktör veya aktristin canlandırdığı sporcu efsanevi ve yenilmez bir karakter de olsa hep bir mücadele içindedir. Yenilme ihtimallerinin olduğunu bilirler, zaten rakipleri de hep dişlidir. Bunun için çok güçlü de olsalar ağır bir çalışma dönemine girerler, zorlu antrenmanlar yaparlar. Filmlerin en keyif alıcı yanlarından biri de budur. Sporcunun o çalışma hırsını, çalışırken yaşadığı zorlukları herkes izlemek ister. Zaten o bölümler olmasa insanlar bir filmden çok karşılaşma izlediği hissine kapılır. Ben bir televizyoncu olarak söyleyebilirim ki, boks olsun, futbol olsun, bir başka spor dalı olsun; gerçek hayattan idman görüntülerinin bulunduğu haber VTR’lerimizde bile bu filmlerden müzikleri, özellikle de Survivor klasiği “Eye Of The Tiger”ı kullanıyoruz. Çünkü o zorluğun, o mücadelenin, o kazanma hırsının ruhunu en iyi böyle hissettirebileceğimize inanıyoruz.
Neden mi bunlardan bahsettim? Çünkü Pekin Olimpiyatları’nda bayanlar maratonda altın madalya kazanan Costantina Tomescu Dita’nın İngiliz atlet Paula Radcliffe’e verdiği ”Kendini bu kadar yormazsan 2012’de şampiyon olabilirsin” tavsiyesi beni hayal kırıklığına uğrattı. Şampiyon olan, rekor kıran tüm atletlerin, tüm oyuncuların, tüm sporcuların bu başarıya ulaşırken geçirdikleri sürecin çok sert, çok çetin olduğunu hayal ederdim. Muhabir olarak röportaja gittiğim takımlarda hayalimdeki gibi bir çalışma manzarasıyla karşılaşmasam da bu düşüncem değişmemişti. Çünkü basına kapalı olarak gerçekleşen antrenmanların daha farklı olduğunu düşündüm hep… Bu düşüncemi devre arasında Antalya’dan gelen Beşiktaş antrenman kasetleri de desteklemişti. Futbolcuların yere yığılıp kalmaları belki de Beşiktaş’ın 2009 yılında başarılı olmalarına etkili olmuştu. Fakat Pekin’de olimpiyat tarihinde bayanlar maratonda altın madalya kazanan en yaşlı atlet unvanını alan 38 yaşındaki Rumen sporcunun 36 yaşındaki Radcliffe’e seslenip ”Yaşın, madalya kazanman için engel değil, ancak bir an önce antrenmanlara ara vermelisin. Çok fazla çalışıyorsun. Eğer yaşınız biraz geçmişse antrenmanları ve katılacağınız yarış sayısını ona göre ayarlamalı ve daha ağırdan almalısınız” demesi aklımı karıştırdı. Yani belirli bir yaştan sonra madalya kazanmak, şampiyon olmak ya da rekor kırmak için dinlenmek mi gerekiyor? Roberto Carlos gibi yaşı büyük sporcular antrenörlerine “Maça çıkmadan önce dinlenmem lazım, yoksa başarılı olamam” mı diyecekler artık? Rocky ruhuna ne oldu? Sadece filmlerde değil; spor giyim markaları olsun, enerji içecekleri olsun, çeşitli reklamlarda da bize sporcuların çalışma sürecinin hep sert olduğu gösterildi. Biz şimdi bu filmlere mi inanacağız, yoksa Dita’nın lafına mı?
TURGAY SUAT TARCAN
Yukarıda okuduğunuz makale yazarımız Turgay Suat Tarcan’ın yalnızca www.sporturco.com ‘a özel olarak yazmış olduğu köşe yazısıdır. Kesinlikle hiç bir kaynaktan alıntı değildir.
By Turgay Suat Tarcan • Mar 22nd, 2009 • Category: Atletizm, Boks, Diger Sporlar, Futbol, Turgay Suat Tarcan, Yazarlar