Japonlar tek ve benzersiz bir ülkede yaşayan bir ulus oldukları izlenimi vermekten hoşlanırlar. Bu Şimaguni “ada ülkesi” dünyanın geri kalan bölümüne yabancı, kendi derinliklerine dalmış olarak kalacaktı. Üstelikte Çin’in Japon uygarlığına yaptığı büyük etkiye ve çağdaş dönemde modernleşmeye rağmen… Kültürlerine çok önem veren; değişik kültürleriyle de adlarından söz ettiren Japonların kültürünü araştırmamak olmazdı. “Japonya Kültürü” başlığı altında onların yaşam tarzlarını, inanışlarını ve dillerini inceleyeceğim.
TOPLUMSAL KOŞULLAR
1868’den bu yana takımadanın batı cephesi kültürü yönlendirmede Çin’in yerini aldı; böylece Japonya, modernleşme yolunda ilerlerken başka Asya uluslarının kaderini paylaşmaktan kurtuldu. Japon halkının doğal çevrelerine egemen olmada gösterdiği büyük yetenek (nüfusunun çok yoğun, doğal kaynaklarının azlığına karşın ülkenin zenginliği), insanlar arasındaki bağları temel öğe haline getiren bir konfuçiusçuluğa ve olası bütün öbeklenme biçimlerinde (küçük köyden ve atölyeden en büyük girişime ve hatta devlete kadar) aile modelinin (kan bağı önemlidir) sınırsız gücüne dayanan bir derebeylik geleneğiyle (1868’e kadar) açıklanır. Bu tutkunluk Japon “paternalizm”ini (profesyonel ilişkilerde bile bu özellik eskiden beri vardı) açıklar ve yalnızca kişisel bağların önem kazandığı (siyasal partiler, tarikatlar v.b.) küçük öbeklere bölünmeye ya da “campanilismo”ya yol açar. Japon toplumunda düşey bağlar önemlidir ve bireyin herşeyden önce kendi üstünde ve kendi altında bulunanlarla tanımladığı böylesi bir toplumda Avrupa’nın “sınıf bilinci” güçlükle benimsenmiştir. Her bireyin çok türdeş bir ulusal topluluk içinde yer alması, herkesin ortak değerlere (estetik, dinsel, teknik) bağlanmasını gerektirir; sözgelimi, İkinci Dünya Savaşı’na kadar, ülkenin her yanında ağırlığını koyan geleneksel av anlayışı. Gerçekleştirilen örnekseme bile, üstünlüğü kabul edilen bir eğitime ve bir ölçüde de, korunmak istenen bir geçmişe (modernleşmenin ilkeleri bile geçmişten yararlanılarak belirlendi) bağlılıktan başka bir şey değildir.
JAPONCA (NİHONGO)
Japon Dili’nin tarihsel kökeni hakkında geçmişten bugüne gelmiş bir belge ya da kayıt bulunmamaktadır. Bununla beraber yazı sisteminin 5. yüzyılın sonlarında Çin’den alındığı bilinmektedir. Japon Dili’nin gelişimi genellikle dış ülkelere kapalı dönemlerde kendi içinde gerçekleştiği için diğer dillerle pek bağlantı kurulamasa da, dilbilgisi açısından görülen benzerlikler nedeniyle, Ural-Altay dil ailesinin üyesi olarak kabul edilir. En eski Japonca metin olan Kociki (Antikçağdaki olaylar üstüne notlar) 712 yılından kalmadır. Koreli keşişler Budizm ile beraber yazıyı VI.yüzyılda Japonya’ya getirdiler. Japonca’nın Çince ile kalıtsal bir bağı olmadığından Kanji’ler (Çin karakterleri) Japonca’ya anlamsal değerlerine ek olarak yaklaşık ses değerleri nedeniyle alındılar. Heian döneminde bu sesçil değerleri özellikle kadınlar kullanıyordu. 901’den kısa bir süre sonra iki kana sistemi (Hiragana ve Katagana) Heian yüksek tabakasında yaygın biçimde kullanılmaya başlandı. Günümüzdeki sistem ancak Meici döneminde (1868’den sonra) yerleşti.
Japonca morfolojik ve sözdizimi açısından Altay Dillerine, sesbilimi açısından Malay-Polenezya dillerine benzer. Sözlüksel bakımdan Japonca’nın Korece ile yaklaşık 200, Moğolca ile de bir o kadar ortak sözcüğü vardır. Japonca’nın fonetik olarak Altay dilleriyle akrabalığı kesin değildir. Japon dilbilimciler dillerini ayrı bir dil olarak görme eğilimindedirler.
Japonca, gramer özellikleri açısından Türkçe ile benzerlikler gösterir. Cümledeki kelime dizilişi aynıdır. Özne başta, fiil sonda yer alır. Örneğin Türkçe’de “Ahmet yarın buraya gelecek” cümlesinin Japonca karşılığı “Ahmet san wa aşita koko ni kimasu” tır. Cümleyi ayıracak olursak:
san: Hitap sözcüğü. Her insan isminin sonuna mutlaka eklenir. Türkçe’deki Ali Bey ya da Ayşe Hanım gibi
wa: Türkçe’de karşılığı olmayan bir yardımcı fiil. Cümleye göre görevleri değişir. Burada özneden sonra gelip özneyi belirliyor
aşita: Yarın.
koko: Bura
ni: Türkçe’deki ~e hali eki
kimasu: Gelmek
Kelimelerin diziliş sıralarının aynı olduğu görülür.
Gramer olarak Türkçe kadar ayrıntılı ve zor olmamasına karşın, diğer dillerden farklı bir yapısı ve mantığı olduğu için kendine has bir karmaşıklık ve zorluğa sahiptir. Örneğin “Buraya gelir misin?” sorusuna Türkçe’deki olası olumlu cevaplardan biri “Tamam şimdi geliyorum” iken, aynı cevap Japonca’da “Tamam şimdi gidiyorum” dur.
Japonca’nın en dikkat çekici özelliklerinden biri, resmi ve kibar konuşma dilinin, normal konuşma dilinden çok farklı oluşudur. Kelimeler kibar kullanımda tamamen değişir. İnsan ilişkilerinde sosyal sınıf ve mesleki rütbe çok önemli yer tutar. Japonca’nın Kibar Form’u, dilin içinde yasayan ayrı bir dil gibidir.
Yazı sistemi, Latince yazı sistemlerinden tamamen farklıdır. Temel olarak iki sistem üzerine kuruludur. Bunlardan biri olan Kanci, 5-6. yüzyıllarda Çin’den alınan sembollerden oluşur. Batı alfabesinden farklı olarak her sembol bir anlam içerir. Yani her sembol bir kelimedir. Her sembolün en az iki değişik okunuşu vardır. Bunlardan biri Japonlar tarafından geliştirilen Japonca okunuşu (Kunyomi); diğeri ise orijinal Çince okunuşudur (Onyomi). Japon Dili’ndeki sesler Kana listesindeki seslerle sınırlı olduğundan ses açısından oldukça fakir bir dildir. Bu yüzden Japonlar için yabancı dil eğitiminde özellikle telaffuz büyük bir problemdir.
HİRAGANA SEMBOLLER TABLOSU
Hiragana semboller genelde bağlaçlarda ve kancilerin okunuşlarındaki seslerin ifadesinde kullanılır. Yani kelimenin kanci sembolü yerine, o kelimenin okunuşunu Hiragana olarak yazmak da mümkündür.
KATAKANA SEMBOLLER TABLOSU
Katakana semboller sayı ve ses olarak Hiragana ile aynıdır. Ancak şekiller ve kullanım alanı farklıdır. Katakana semboller genel olarak Japonca’ya -başta İngilizce olmak üzere- yabancı dillerden girmiş kelimelerin yazımında kullanılır.
Türkiye’de Japon Dili’ne olan ilgi son yıllarda oldukça büyük bir artış göstermiştir. Türkiye’de ilk Japonca dil eğitimi 1976 yılında kurulan Türk-Japon Kadınları Dostluk ve Kültür Derneği tarafından açılan Japonca kursuyla başlamıştır. Üniversite düzeyinde Japonca eğitimi ise 1986 yılı başlarında Ankara Üniversitesi Edebiyat Fakültesi bünyesinde Japon dili ve Edebiyatı bölümünün açılmasıyla başlamıştır. Bugün 3 ayrı üniversitede Japonca eğitimi verilmektedir (Ankara Üniversitesi Japon Dili ve Edebiyatı Bölümü, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Japonca Öğretmenliği Bölümü, Kayseri Erciyes Üniversitesi Japon Dili ve Edebiyatı Bölümü). Bundan başka İstanbul ve Ankara’da birçok üniversitede seçmeli ders ya da kurs olarak Japon Dili eğitimi verilmektedir. Bunlardan biri de İstanbul Kültür Üniversitesi’ndeki sertifikalı programdır. Gelişen bu ilgiye paralel olarak birkaç lisede de seçmeli olarak Japonca dersi verilmesi düşünülmektedir.
Daha önceden de söylediğim gibi Japonca Türkçe’ye grammer olarak benzer. Japonca’da hem söyleniş hem de anlam bakımından Türkçe ile benzer kelimeler de vardır. Bunlar arasında tesadüfi benzerlikler çoğunlukta olmakla birlikte, bugün Türkiye’de artık kullanılmayan Orta Asya Türkçesi ile etimolojik olarak aynı kökten gelen kelimeler de bulunur. Örneğin Japonca’da Tepe teppen, iyi I i, ak haku, su sui, çay ça, yamaç yamaçi, yakmak yaku, yabani yaban, avare aware anlamına geliyor.
BÖLGESEL AKSANLAR
Kanto’da konuşulan standart Japonca’nın dışında, Kansai (Kyoto ve Osoka bölgesi), Kyuşu ve Okinava takımadaları lehçeleri ayırt edilir. Zorunlu eğitim seviyesinde bütün Japonlar, standart Japonca’yı az çok anlarlar ama bütün lehçeleri anlamazlar. Her bölgede herkes kendi lehçesini konuşur. Nagazakililerle Kagoşimalılar birbirlerininin lehçelerini anlamakta zorlanırlar. Son ek taşıyan eylem biçimleri konuşanın toplumsal kategorisine göre önemli ölçüde farklılık gösterir. hitap edilen kişinin toplumsal düzeyine göre kullanılan sözcükler de değişir.
YAZI SİSTEMİ
Japonca’da üç farklı yazı sistemi kullanılmaktadır. Hiragana, Katakana ve Kanji. Kanji’ler Çin karakterleridir. Hiragana ve Katakana ise Kanjilerden türetilmiş fonetik hecelerdir. Katakana Kanji ile yazılamayan Japonca olmayan kelimeleri, yer ve şahıs isimlerini yazmak için kullanılır. Modern Japonca’ya özellikle Batı dillerinden geçen kelimelerin çokluğu Katakananın kullanım alanını genişletmiştir. Katakana’nın yapısı Hiragana’nın yapısıyla ayrıdır.
Japon öğrenciler öncelikli olarak Hiragana ve Katakana’yı öğrenmektedirler. Altı yıllık ilkokul eğitimim tamamlanıncaya kadar öğrencilere eğitim kanjisi olarak tanılanan 1006 kanji öğretilmektedir. Hiragana ve Katakana her biri orijinal olarak kanji olan basitleştirilmiş 46 karakterden oluşmaktadır ve ikisi birlikte Kana olarak tanımlanmaktadır.. Japonca bir metne bakıldığında hiç Japonca bilmeyen birisi Kanjilerden oldukça basit Hiragana ve Katakanaları Kanjilerden ayırt edebilir.
EVLİLİK ve DÜĞÜN
Evlilik, Japon sosyal yaşamındaki başlıca dört törenden (Yetişkinliğe Erme, Düğün, Cenaze, Atalara ve Tanrılara Tapınma Törenleri) biridir. Seremoni geleneksel düğün töreni birçok kuralları olan çok resmi bir törendir. Şinto dini esaslarına göre Şinto tapınaklarında düzenlenir. Bugün birçok otelde düğün törenleri için hazırlanmış küçük bir tapınak bulunur. Tören, bir Şinto rahibi tarafından yönetilir. Genç, bayan bir yardımcısı (miko) bulunur. Sadece aileler, yakın akrabalar, eğer varsa çöpçatan (nakodo) ve eşinin katılabildiği esas tören yaklaşık 20-30 dakika sürer. Bu esas tören sırasında damat “hakama ” denen geleneksel bir kimono giyerken, gelin ise yine geleneksel beyaz düğün kimonosu giyer. Herkes, kurallarla belirlenmiş olan yerlerine oturduktan sonra, rahip elindeki sakaki ağacı dalını sallayarak törene katılanları kutsayıp arındırır ve evliği tanrılara bildirir.
Daha sonra gelin ve damat özel bir seremoniyle sake (pirinç rakısı) içerler.
ERKEKLİK DENEYİ
Japonya’nın en önemli inanışlarından biri olan Shintoizm, Ocak 2003’te enteresan bir ayine sahne oldu. Bu inanışa göre bir erkeğin zor şartlara dayanıklılığı çok önemli. Bu nedenle Shinto rahipler eşliğinde bu inanışı benimseyen gençler, her yıl Japonya’nın en soğuk günlerinde buzlarla kaplanmış bir havuzda özel bir dayanıklılık testinden geçiyorlar. Bu testten başarı ile geçenler ruhsal olarak huzur buluyor.
Japonya’nın kültüründe bana en saçma gelen (ki gerçi farklı kültürlerin düşüncelerine saygı duymak lazım) başka bir erkeklik deneyi daha var. Televizyonda izlediğim kadarıyla her yıl tüm erkekler çırılçıplak soyunuyor ve aralarında seçtikleri bir erkeği çıplak olarak tepelerde gezdirip dokunuyorlar. Sanırım o seçilmiş kişiye çırılçıplak dokununca ruhlarının huzura kavuştuğunu düşünüyorlar.
JAPON YEMEKLERİ
Önceleri Japonya dışında pek bilinmeyen Japon yemekleri, son 15-20 yıl içinde tüm dünyada beğeni kazanmıştır. Bugün bu ilgi ile birlikte birçok ülkede Japon restoranları hizmet vermektedir. Dünya mutfak literatürüne Tofu, Saşimi, Suşi, Miso ve Tenpura gibi kelimeler Japon mutfak kültüründen girmiş ve Japon mutfağı günümüzde ünlü dünya mutfaklarından biri olarak kabul edilir hale gelmiştir.
Japon mutfağının özelliği, özellikle deniz ürünleri yemeklerinde çok taze malzeme kullanılması ve deniz ürünlerinin hemen hepsinin çiğ olarak da tüketilmesidir. Çeşit fazla olmamasına rağmen özellikle sunuş şekli açısından damaktan önce göze hitap eder. Yemek kültürü olarak Türk mutfağıyla pek benzerliği yoktur. En göze çarpan özellik, çatal, kaşık ve bıçak yerine haşi (çubuk) kullanılmaşıdır. Geleneksel Japon sofrasında ekmek bulunmaz. Onun yerine her menüde gohan sunulur. Türkiye’deki pirinç pilavının yağsız ve tuzsuz bir çeşidi diyebileceğimiz gohan, menüdeki ana yemeklerle birlikte garnitür olarak yenir. Yine Türk sofra kültüründen farklı olarak, özellikle kış mevsiminde, bazı yemekler sofrada pişirilir. Bunun için özel ocaklı masalar ya da masa için özel olarak üretilen küçük ve alçak ocaklar kullanılır. Genelde topraktan yapılmış içi su dolu büyük bir tencere sofranın ortasındaki ocağa yerleştirilir. Yiyecekler -ki bu tür yemeklerde genelde et, mantar, tofu, lahana ve diğer birkaç çeşit sebze kullanılır- sofraya çiğ olarak getirilir. Herkes kendi istediği yiyeceği alır ve suda haşlayarak pişirir. Böyle yenen iki tür yemek vardır. Bunlar Sukiyaki ve Şabu-şabu’dur. Japon mutfağında sosun çok önemli bir yeri vardır. Her tür yemek için onlarca sos bulunur ancak bunlardan en çok kullanılanı soya sosudur. Klasik bir Japon menüsünde ana yemek ne olursa olsun, yanında mutlaka gohan, birkaç çeşit turşu, çorba ve soya sosu bulunur.
ÇAY SEREMONİSİ
Çay içme alışkanlığı, Heian döneminde aristokratlar ve rahipler arasında yaygınlaşmaya başladı. Kamakura döneminin son yarısında Çay törenleri, Zen tapınaklarında da görüldü. Nihayet 14. yüzyıl itibariyle tüm ülkede yaygınlaşmaya başladı. 15. yüzyıl sonlarında Çay seremonisi ve toplantıları için özel olarak inşa edilen çaşitsu adındaki Çay odaları gelişti ve Çay seremonisi özellikle ülkedeki zengin tüccarlar arasında oldukça popüler hale geldi.
Çay seremonisini bugünkü sanatsal ve törensel düzeye getiren isim Çay ustası Sen-no Rikyu ‘dur. Zen budizmi’nin bir öğretisi olan Wabi’yi (Sadeliğin Basitliğin ve dinginliğin güzelliği, değeri üzerine kurulu bir estetik anlayışı) Çay seremonisine uyguladı. Daha sonra dönemin yöneticisi Toyotomi Hideyoşi ile uyuşmazlığı yüzünden idam edilen Rikyu ‘nun öğrencileri onun öğretilerinden yola çıkarak üç ayrı ekol geliştirdiler: Omote Senke (aristokratlara yönelik tören), Ura Senke (genel halk arasındaki Çay töreni) ve Muşano Koçi Senke (Basitliğin ve saflığın ön plana çıktığı tören).
Japon Çay seremonisini basit bir Çay toplantısı olarak değerlendirmek yanlış olur. Kökü çok eskilere dayanan bu gelenek, Çay evine hatta Çay töreni için kullanılan araç gereçlere kadar gösterilen saygı, yaratılan sessiz, huzurlu ve mistik atmosfer, ev sahibinin misafirlere karşı olan en ince ve en nazik tavırları, Çay odasını paylaşan insanların arasındaki duygusal iletişim ve pozitif elektrik alışverişi gibi birçok farklı öğeyi içerir.
Törende Maçça’nın (yeşil çay) öğütülüp toz haline getirilmiş yaprakları kullanılır. Çay hazırlandıktan sonra çeşitli şekerlemeler ile birlikte usuça (açık Çay) yada koiça (koyu Çay) olarak sunulur.
Kökeninin Çin’e dayandığı bilinen Yeşil Çay, Japonya’ya M.S. 6. yüzyılda Budist rahipler tarafından getirilmiş. Bu mucizevi bitkinin, canlıların yaşam süresini uzattığının keşfedilmesi 1200’lü yılların başlarına uzanıyor. Binlerce yıllık bu Uzak Doğu geleneğinin sırrı, bünyesinde bulunan antioksidan maddelerle açıklanıyor. Japon toplumu üzerine yapılan çalışmalar; ortalama yaşam sürelerinin bu toplumda kadınlarda 82, erkeklerde 76 olduğunu ve Japonya’nın kanser vakalarının dünyada en az görüldüğü ülke olma özelliğini taşıdığını gösteriyor. 12. yüzyıldan bu yana yeşil çay tüketmeyi bir yaşam tarzı haline getiren Japon toplumunun yeşil çay tüketimi ile ilişkilendirilmesi, çalışmalara ışık tutmuş. Japon araştırmacıları Saitama Kanser Araştırmaları Enstitüsü’nde yeşil çayı araştırmaktadırlar. Vitamin bakımından zengin olan bu çayın sadece kansere değil, birçok hastalığa ve depresyona iyi geldiği bilinmektedir.
EĞİTİM
Çok gelişmiş bir eğitim sistemine sahip Japonya’da okur-yazar oranı %100’dür. İngilizce yabancı dil olarak ortaokuldan itibaren zorunlu olarak verilir.
Japonya’nın erken dönem eğitim tarihi’ne bakıldığında Çince’nin derin etkileri görülür. Bu etkilerden en önemlisi yazı sistemidir. Yazı sisteminin temelini Çin’den alan Japonya’ya bu sistemin ne zaman geldiği kesin bilinmemekle beraber, M.S. 400 yıllarında Japon Kraliyet Sarayı’ndaki Koreli yazmanların resmi kayıtları tutarken Çince ideogramları kullandıkları bilinmektedir. Eski dönem Japonya’sında eğitim, soylu ailelerin kendi kurdukları özel okullarda yapılırdı. 16. Yüzyıl’ın askeri-feodal döneminde ise Budist tapınakları eğitimin başlıca merkezi oldu.
Meici devriminden sonra, İmparator Meici’nin yönetimindeki Japonya’da, sosyal ve ekonomik alanlarda olduğu gibi eğitim alanında da radikal değisimler yaşandı. 1872 yılında Eğitim Bakanlığı kuruldu ve aynı yıl evrensel ilk öğretim sistemi adapte edildi. Batıdaki eğitim sistemini anlamak ve kalifiye eğitmenler yetiştirmek üzere birçok kisi Avrupa ve Amerika’ya gönderildi. Aynı zamanda batı ülkelerinden eğitimciler, yeni eğitim sisteminin okullara uyarlanması ve yeni eğitim teknikleri konularında danışman olarak Japonya’ya davet edildi. Dünya’nın en büyük üniversitelerinden biri olan Tokyo Üniversitesi 1877 yılındaki bu yenilenme döneminde kuruldu. Tüm bu gelişmelerin ve yenilenmelerin sonuncu olarak Japonya, eğitim sistemi açısından batı ülkeleriyle aynı çizgide olan gelişmiş bir ülke olarak ortaya çıktı.
Japonya’nın 2. Dünya Savaşı’nda yenilmesinden sonra, eğitim sisteminde yeni değişiklikler yaşandı. Bu değişiklerin bir çoğu ABD’nin tavsiyeleri (!) doğrultusunda gerçekleşti. Ancak 1952 yılında Japonya tekrar bağımsızlığına kavuştuktan sonra bu değişikliklerden bazıları devam ettirilmedi. Milliyetçi ideoloji eğitimi yasaklandı. Bunun yerine sosyal bilimlere ağırlık verildi. Okul ve sınıf kuralları yeniden düzenlenerek, öğrencilerin kedilerini ifade etme özgürlüğü temel alındı.
Bugünün Japonya’sında eğitim ve öğretim Eğitim Bakanlığı tarafından düzenlendir. Eğitimde yaşanan problemlerden biri, özellikle yazı sistemi bakımından oldukça zor olan Japon Dili öğretiminin zorluğu olarak görülür. Bir ikincisi ise ses yönünden oldukça kısıtlı bir dil olan Japonca’nın bu özelliğinden dolayı, başta İngilizce olmak üzere yabancı dil eğitiminde yaşanan zorluklardır.
Altı yılı ilkokul üç yılı da ortaokul olmak üzere toplam dokuz yıl olan zorunlu ilk eğitim parasız olarak verilir. Ilk öğretimden sonraki aşama olan lise ve yüksek okul kayıtlarında, devlet okulları da dahil az bir miktar para ödenir. 1990’ların ortalarında yapılan araştırmalara göre 24,700 ilköğretim okulunda yaklaşık 9 milyon öğrenci; 11,300 orta okulda 5 milyon kadar öğrenci ve 5,500 lise ve yüksek okulda da 5.2 milyon öğrenci öğrenim görmektedir. Öğretmen sayısı ise ilkokullarda 440,800; orta okullarda 282,700; liselerde ise 284,400 olarak görülür. Bunlara teknik ve ticari liseler, sanat okulları ile fiziksel ve zihinsel özürlülere yönelik okullar da dahildir.
Japonya’da yetmişin üzerinde devlet Üniversitesi ve yüzlerce özel Üniversite bulunur. En büyük Üniversiteleri arasında alfatbetik sırayla: Çiba Üniversitesi (1949), Hiroşima Üniversitesi (1949), Hokkaido Üniversitesi (Sapporo-1876), Kobe Üniversitesi (1949), Kyoto Üniversitesi (1897), Kyuşu Üniversitesi (Fukuoka-1911), Nagoya Üniversitesi (1939), Okayama Üniversitesi (1949), Osaka Üniversitesi (1931), Tohoku Üniversitesi (Sendai-1907), Tokyo Üniversitesi (1877) ve Tsukuba Üniversitesi olarak sayılabilir. En önemli özel Üniversiteler arasında Hosei Üniversitesi (1880), Nihon Üniversitesi (1889) ve Waseda Üniversitesi (Tokyo-1882), Doşişa Üniversitesi (Kyoto-1875), Fukuoka Üniversitesi (1934) ve Kansai Üniversitesi (Osaka-1886) sayılabilir. Yine 90’ların istatistiklerine göre Japonya’da yaklaşık olarak 3 milyon üniversite öğrencisi bulunmaktadır.
DİN
19. Yüzyıl’ın ikinci yarısında Şinto dini ulusal din olarak ilan edildikten sonra, imparatorun tanrılık vasfı ve diğer kutsal ve yüksek vasıflarının da ağırlığıyla, tüm Japon halkı dini kökenlerine bakılmaksızın Şinto tapınaklarında ibadet etmeye zorlandı. 1946’da Müttefik kuvvetlerin zorlamasıyla Şinto dini devlet dini olmaktan çıkarıldı ve imparator Hirohito Tanrı olmadığını resmen kabul etti. 1947 yılında Şinto resmi din olmaktan çıkarıldı ve mutlak dini özgürlük resmi olarak ilan edildi.
Japonya’da en yaygın inanç Şinto olarak görülmesine rağmen, aslen Şinto dini Budizm’in etkisiyle büyük bir değişime uğradığı için, genel inanış Budizm’dir. Bu yüzden şintoist olan kesimin büyük kısmı aynı zamanda budisttir. Hıristiyanlık, Rum Ortodoks, Protestan ve Roma Katolik mezheplerinde görülmesine rağmen hıristiyan kesimin oranı %1-2’yi geçmez.
Japonya’da iki tür “bayram” vardır. Şinto orijinli Matsuri festivalleri ve Çin ve Budist orijinli nenço gyo. Tatillerin çoğu ise seküler kaynaklıdır.
Dünyadaki diğer ülkelerle mukayese edildiğinde Japonya’nın İslam’la tanışması oldukça yenidir. 1868’den önce Japonya ile İslam arasında ne kayıtlarda açık bir ilişki nede diğer ülkelerdeki Müslümanlarla Japonlar arasındaki münferit düzeydeki ilişkilerin dışında dini propaganda vesilesiyle İslam’ın Japonya’ya gelişine ilişkin tarihi izler mevcuttur. Japonya’da Hıristiyanlar da vardır.
1947’de kabul edilen Japon Anayasası’nın 20. maddesi din özgürlüğünü garanti altına almaktadır. Teorik olarak hiçbir dini kuruluşun devlet nezdinde ayrıcalığı yoktur. Din- devlet ilişkilerinin ayrılığı ilkesi girift bir konu olma özelliğini korumaktadır. İmparatorun toplumsal ve idari anlamdaki rolünün ağırlığı dikkate alınmadan bile bizzat kendisi dini bir içerik taşımaktadır ve Japonya’ya Türkiye’de anlaşıldığı anlamda “laik” bir ülke olarak tanımlamayı olanaksız kılmaktadır. Şimdi Japonya’da başlıca dinlerden birkaçını tanıyalım.
ŞİNTOİZM
Şinto (Tanrının yolu) Budizm’in ülkeye ulaşmasından önce salt Japonya’ya çzgü inançlar ve değerleri ifade etmektedir. Fakat Budizm ülkeye geldikten sonra bu dinden derinden etkilenmiştir. Şinto öteki dünyadan çok bu dünya ile ilgilidir. Altıncı ve yedinci yüzyılda Şinto Çin Kofüçyüzmi ve Budizmi etkisine girdi. Çin’den gelen ahlaki ve felsefi inanışların popülaritesinin yüksekliği kraliyet ailesinin etkisini çekince Şinto ileriki bin yıl boyunca Budizmin gölgesinde kaldı.
Tokugava Dönemi’nin sonlarına doğru milliyetçi akımların güçlenmesi ve Meiji Restorasyonu (1868) nun etkisiyle Şinto 1945 yılına kadar ülkede resmi din haline geldi.
Günümüzde Japonya’da 80.000 civarında Şinto tapınağı ve 100.000 civarında da bu tapınaklarda görevli din adamı vardır. II Dünya Savaşı’ndan sonra Şinto tapınağına üye olma zorunluluğu kaldırıldı. Bazı Şinto tarikatları farklı bir din olarak kabul edilmektedir.
BUDİZM
Ortaya çıkış yeri Hindistan olan Budizm ile Japonya’nın tanışması altıncı yüzyılda Çin ve Kore aracılığı ile olmuştur. Budizm aracılığıyla Japonya’ya yerleşen düşünce ve inanışlar Japon kültür dini değerlerinin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Yönetici sınıfın da desteğiyle hızla ülkeye yerleşen Budizm, tapınakların inşa edilmesiyle Japon mimar ve sanatının şekillenmesinde etkili tol oynamıştır.
Kısmen Budizmin toplu ibadete çok fazla önmem vermesinden dolayı düzenli olarak Budist tapınaklarında ibadet eden kişi sayısı oldukça azdır. Günümüzde Japonya’ya da 75.000 civarında Budist tapınak ve 200.000 civarında Budist din görevlisi vardır.
KONFÜÇYÜS
Geleneksel anlamda bir din olarak algılanmayan Kofüçyizm Japon düşünce sitemini derinden etkilemiştir. Özellikle sosyal ve aile ilişkilerinde genel anlamda toplumsal davranış kalıplarının kaynağını oluşturmaktadır Kofüçyizm. devlete sadakatın, antik Japonya’da bulunmayan toplumsal katmanların ve sınıfların oluşmasında bireylerin sosyal statülerinin şekillendirilmesinde belirleyici rol oynamaktadır. Doğal ve sosyal düzenin sürdürülmesinin gerekliliği çeşitli metafizik kavramlarla açıklanmaktadır ve sosyal sorumluluklar ve sıkı aile bağlarının insani bir zorunluluk olduğu vurgulanır.
SANAT
Japonya’da müzik, her zaman din, şiir, tiyatro ve dansla (no, kabuki, bunraku) iç içe olmuştur. Çalgı müziği ikinci planda kalmıştır. Halk müziğinde Kore, Moğolistan, Tibet ve Çinhindi etkileri sezilir; sanat müziği de, Kore ve Çin sanat müzikleriyle Hindistan buddhacılarının müziğinden etkilenmiş, tüm bu etkilere, XX. yüzyılda Batı müziğinin etkileri eklenmiştir.
Buddha imgelerinin ülkeye girmesiyle birlikte Japonya’da plastik sanatlar gelişmeye başladı; bu alanda günümüze ulaşabilmiş en eski yapıtlar, Uzakdoğu heykelciliğinin en yetkin örnekleri arasında yer alır.
Çin örneklerinden yola çıkarak ulusal bir çizgi izleyen Japon sanatının genel eğilimlerini, resim sanatının gelişim süreci içinde de görmek mümkündür.
Japon sanatçıların teknik ustalıkları, süsleme ve renk uyumu alanlarındaki derin sezgileri, bu ülkede el sanatlarının gelişmesine neden oldu. Ağaç, bambu, toprak, laka, hasır, ipek ve birçok başka gereç aynı başarı ve ustalıkla işlendi. Bu teknikler daha çok Çin’den geliyordu. VIII. yüzyıldan beri imparator Şomu’nun koleksiyonlarının korunduğu Nara’daki Şoso-in’in barındırdığı hazineler, Japonlar’ın dokumacılık, lakacılık, çömlekçilik ve marangozlukta ne derece başarılı olduklarını gösterir.
VIII. yüzyılda Çin’den Japonya’ya giren tahta üzerine baskı sanatı, uzun süre yalnızca dinsel konuları işledi. XVII. yüzyılın başında ilk resimli romanlar görülmeye başlandı. Edo’daki yaşamı ya da tiyatroyla ilgili sahneleri betimleyen, tek tek kağıtlara yapılmış olan ilk resimler Moronobu’ya atfedilir. Daha sonra ukiyo-e adı verilen bu sanat türü burjuva sınıfında büyük ilgi gördü.
Bir de küçüklüğümüzdeki “Susam Sokağı” gibi çocuk programlarından hatırlayabileceğimiz kağıtlara şekil veren “origami sanatı” ve renkli uçurtmalar Japon kültürünün ve sanatının vazgeçilmez öğelerindendir.
Japonya’da özel olarak demir atölyelerinde işlenen bıçaklar hünerli ustalar tarafından elişi ile üretilmektedir. Her bıçağın üzerinde bir imza bulunmaktadır. Bunlara sashimi bıçağı denir.
Japonya’nın kültürü aslında burada okuduklarınızdan daha zengindir. Zaten Japonya kültürüyle de dünya insanını etkilemeyi başarmıştır.