HARBİYE’DE BİR AKUSTİK KONSER
25 EYLÜL 2010 CUMARTESİ: Bugün hayatımda 16. kez Şebnem Ferah’ı sahnede canlı izleyecektim. Harbiye’deki Cemil Topuzlu Açık Hava Tiyatrosu’ndaki konsere sadece daha önce Şebo’nun akustik konserine gitmediğim için gitme kararı almıştım. Geçen hafta bilet almıştım. Konser oturmalıydı. Ortadan izlemek istiyordum ama ben bilet aldığımda çoktan ön kategoriler tükenmişti. Ben de 60 TL’liklerin önlerinde arada kalmış tek kişilik bir yer bulmuştum. Diğer 60 TL’likler 50 TL’liklere yakındı. Daha önceden DVD olarak da piyasaya sürülen bir senfonik konsere gitmiştim ama akustik konser farklı olacaktı. Yurt dışında unplugged olarak tabir edilen akustik konserlerde elektro gitar, bas gitar gibi amfiye bağlanan enstrümanlar, klavyeden veya bilgisayardan verilen efektler yerine fişsiz kategorisine giren piyano, klasik gitar, keman, saksofon gibi sadece çalma yeteneği gerektiren müzik aletleri olur. Elbette ki Toygun Sözen, Esen Kıvrak, Olgu Kızılay, Efdal Altun, Çağ Erçağ gibi müzisyenlerden oluşan küçük bir senfonik grup; keman, viyola, çello, klarnet, saksofon falan çalarak Şebnem Ferah’ın daimi elemanları Aykan İlkan, Buket Doran, Metin Türkcan, Ozan Tügen, Ceren Akyıldız, Serdar Barçın ve daha önce Şebo’nun konserlerinde görmediğim Can Şengün’e eşlik edecekti. Fakat senfonik konserdeki gibi yüzlerce müzisyenden oluşan kalabalık bir grup değillerdi ve Şebnem Ferah’ın arkadaşları da yüksek desibelli rock enstrümanlarını bir kenara bırakıp klasik takılacaklardı. Artık 1999 yılından beri bir düzineyi aşkın Şebo konserine gittiğim için alıştığımı, normal bir konser gibi karşılayacağımı sanıyordum. Fakat en çok keyif alacağım konserin bu olacağını tahmin edemezdim. Ve böyle düşünen tek kişi de ben olmayacaktım. Daha önce Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’nda konser izleyen arkadaşlar o atmosferin büyüsünden bahsediyorlardı. Bostancı’daki performansları küçümsemeye kadar götürüyorlardı işi… Burada hiç konser izlememiştim. Buranın atmosferini yere göğe sığdıramayanlara katılmıyordum. Benim için mekan önemli değildi. Sonuçta aynı ekip, aynı Şebo, aynı şarkılardı. Fakat ben de Harbiye’deki büyüye kapıldım ve “Harbiye’deki senfonik konser, Bostancı’kinden daha iyiydi” diyenlerin haklı olabileceğini düşündüm. Belki de diğer konserler de oturmalı olsa bu kadar keyif alabilirdim. Sıkışmaktan, ayağımın ezilmesinden, önümde uzun boylu varsa boynumu kaldırmaktan, pogo yapanlara karşı kendimi koruyarak daha önce gittiğim konserleri yeteri kadar algılayamamış olabilirim. Aslında hepsinin bende ayrı bir hatırası, ayrı bir önemi var. Ama bu sefer adeta müziğin akışına kendimi kaptırdım ve tüylerimin diken diken olduğunu hissettim.
Neyse, tek kişilik biletim de olsa konsere tabii ki yalnız gitmedim. İlk önce Taksim’de dolaştım. Mephisto’da Hakan’a rastladım. Burger King’de bir şeyler yiyip konuştuk. Ardından www.sebnemferahfan.net sitesinin buluşması için AKM’ye gittim. Atatürk Kültür Merkezi ŞFFC sitesinin buluşma mekanıdır. Ben ilk üyelerinden biriydim ve buluşma mekanımızın artık bir ŞFFC efsanesi olacağını, bizden sonraki nesiller için bir adet olacağını hiç düşünmemiştim. Artık yeni nesil ŞF Fan’ler o yıllardaki buluşma fotoğraflarımızı nostalji olarak forumda paylaşıyorlar. Bu da kendimi yaşlı hissettiriyor. Zaten birkaç ay sonra tam 30 yaşında olacağım. Onlar ise çok genç… 2009 yılı hariç 2003 yılından beri her yıl en az bir Şebnem Ferah konserine gitmişliğim vardır. Bu konserlerde de tanıdıklara rastladığım, ayak üstü konuştuğum, hatta konseri beraber izlediğimiz, kulise bile girdiğimiz olmuştur. Fakat konser dışı mekanlarda ŞFFC buluşmalarına 2006’da beni askere uğurlama şerefine yaptıkları buluşmadan beri katılamıyordum. 4,5 yıl olmuş. Bir de www.sebnemferahclub.com ekibinde yer aldığım ve daha çok bu sitede aktif olduğum için benim ŞFFC’ye dargın olduğum dedikodusu bile çıkmış. Halbuki vakit bulamıyordum. Elbette ki Şebnem Ferah’la tanışmama, hatta 10. yıl plaketi sunacak kişi seçilmeme bile vesile olan www.sebnemferahclub.com sitesinin bende yeri ayrıdır. Epey emek vermişizdir siteye… Yabancı bir dergi olan Sen Magazine’deki Şebnem Ferah yazısına bilgi sağlamışızdır. İngilizce site yapmışızdır. İnternette daha önce olmayan videoları ve röportajları sanal dünyaya kazandırmışızdır falan. Hatta bugün de üzerimde ŞebnemFerahClub t-shirt’ü vardı yine… Fakat ŞebnemFerahFan sitesi de benim için özeldir. Yıllarca konserlere ŞFFC üyeleriyle gitmişimdir, konserler dışında da buluşmalar, organizasyonlar yapmışızdır. Ama artık o yıllardaki gibi öğrenci değil, kariyer yapmaya çalışan bir yetişkin olduğum için çok istesem de beni askere uğurladıklarından sonraki düzenledikleri buluşmalara gidemedim. Yani bir uğurladılar, pir uğurladılar. Bir daha da göremediler. 😀 Neyse, bu buluşma önemliydi bu açıdan… 4,5 yıl sonra ilk kez bir ŞFFC buluşmasına gidecektim. Ama AKM’de kimse yoktu. Saat 15:00-16:00 arası orada bekleyeceklerini beyan ettikleri halde 15:40’da oraya gittiğimde in ve cini top oynarken buldum. Telefonları yanımda yoktu. Eski üyelerden kimlerin geleceğini bilmiyordum ve zaten gelseler bile numaraları cep telefonumda kayıtlı değil, manuel telefon rehberimde yazılıydı. O defter de evdeydi. Çünkü telefonumu yenilemiştim. Ben de gezdim biraz. Bu sırada bir parkta otururken cep telefonumdan bedava Facebook hizmeti veren 0.facebook.com ‘a girerek sitenin yeni sahibi Uğur Emir’e mesaj attım. Şansımı denedim, belki online’dır falan diye… Gerçekten de o sırada bilgisayarının başındaymış. Sitenin yeni müdürelerinden Nihan’ı aramış ve Klan Cafe’de olduklarını öğrenmiş. Orayı bilmediğimi söyledim. Nihan’ın telefonunu verdi ama müzik sesinden aramalarımı duymadı. Ben de vazgeçtim. Dolaşmaya devam ettim. Bir baktım, bir ara sokaktan Şebnem Ferah şarkıları yükseliyor. Hemen oraya yöneldim. Evet, çalan yer Klan’dı. Hani “arasan bulamazsın” diye bir laf vardır ya? Aramadığım halde tesadüfen bulmuştum. Ben de içeri girdim. Hiç eski üyelerden tanıdık göremeyince hayal kırıklığına uğradım. “Olsun, tanışırız” dediler. Zaten bir kısmı beni tanıyordu internetten… “Merhaba TST, nasılsın?” falan diyorlardı ama yabancılık çekmiştim bir kere… “Keşke eskilerden biri olsaydı” dediğim anda yanımda Uğuray belirdi. Ben oraya gittikten bir 10 dakika sonra falan kalkıp konser alanına gittik. Konser alanının hemen yanında yıllar evvel gittiğim Trend Show’ların düzenlendiği Lütfi Kırdar Kongre Sarayı vardı. “Yahu neden erken geldik? Nasıl olsa yerimiz belli değil mi? İstediğimiz zaman gideriz. Sanki ayaklı konsermiş gibi sıra beklememize gerek yok ki…” diye söylendim ama meğer tüm biletler tükendiği için merdivenleri de satmaya başlamışlar. Bazıları merdiven bileti bulabilmiş. Hala bilet almaya, “Fazla bileti olan var mı?” diye sormaya devam ediyordu millet… Gerçi iyi oldu. Provayı dinledik. Millet tezahürat yapıyordu Şebo’ya sanki futbolcuymuş gibi… Birisi cep telefonunu pankarta yazmıştı. Çok güldük. Uğuray ile nostalji konuşuyorduk. “Bizim zamanımızda şunu yapardık. Bizim zamanımızda yeni nesil fanların yaptığı gibi bunu yapmazdık” falan diye… Uğuray “Yahu biz de pankart getirirdik ama sokakta pankartı açarak yürümezdik” diyordu. Bir kadın hepimizi siyah giyimli falan görünce pankarttaki Şebnem Ferah fotoğrafına bakıp “Öldü mü?” diye sordu. Allah gecinden versin ama çok güldük. T-shirt’ümdeki www.sebnemferahclub.com yazısına bakıp “Sen nasıl bir cesaretle bu logoyla www.sebnemferahfan.net buluşmasına gelirsin, TST?” diye bana takıldılar. Sonra SebnemFerahClub’ı övmeye başladılar. Çok güzel bir site olduğu halde aktif kullanıcı sayısının az olduğunu hak etmediğimizi söylediler. Konserin kapısında bekleyenlerin arasında Hülya’lara da rastladık bu arada…
Neyse, artık kapılar açılmıştı. Nasıl olsa yerimiz belli olduğu için Uğuray’la yedik içtik, patlamış mısır falan tıkındık. Konser saati geldiğinde herkes yerine oturdu. Ben orta yaşlıların arasındaydım. Kendimi tekrar genç gibi hissediyordum. Evet, konserde yaş ortalaması epey yükselmişti. Normalde yaş ortalaması benden küçük hale geldiği için kendimi yaşlı hissederdim. Önümdekiler birbirini tanıyormuş, tesadüfen karşılaşmışlar. Ne zamandır birbirlerini görmeyen, hatta “Ben evlendim bu arada” gibi hayatındaki gelişmeleri bilmedikleri için bilgilendiren kişilerin tesadüfen konserde yan yana koltuklara oturması benim de ilgimi çekti. Bazıları gerçekten şarkılara eşlik edebilen eski Şebnem Ferah hayranlarıydı ama bazıları sadece “Sil Baştan” gibi bilinen şarkılara eşlik edebilecekti. “Şebnem Ferah botoks yaptırdı. Basketbol maçında nasıl objektiflere takıldı? Şebo, Harbiye’de verdiği konserde hayranlarının karşısına yeni yüzüyle çıkacak” gibi haberler çıktı ya? Sanki bazıları sırf bu yüzden gelmiş magazin meraklılarına benziyordu. Konserin oturmalı olması da etken olmuş olabilir. Daha herkes içeri girmediği için konser her zamanki gibi yarım saat rötarlı başlayacaktı. Normalde konser başlangıç saati 21:00’di. Anons yapıldığında yuhalamalar başladı. İnsanlar “Ne olsa da yuhalasak” diye beklerler ya hep… Koz ele verilmişti.
Ve işte perdeler de açılmıştı. “Yeter ki açık olsun perdeler” diye bekliyorduk ve perdeler açıldığında dekor o kadar hoşumuza gitti ki, bir sanatçıyı gördüğümüzde çıkardığımız “Whoooo!!!” sesini değil, artistik hareket yapan bir kankaya çıkardığımız “Ooooooo” efektini çıkardık. Koltuklar, abajurlar, avizeler, kilimler, sandalyeler falan, sanki Şebnem Ferah bizi evinde ağırlıyormuş izlenimi yarattı. Çok samimi bir ortam vardı. Tek kelimeyle mükemmel bir konserdi. 16. Şebnem Ferah konserimdi ama en keyif aldığım konserdi diyebilirim. Şebo kendini yine aşmıştı. İyi ki tekrar bir Şebnem Ferah konserine gelmişim. İlk şarkı “Fırtına”ydı. Şebnem Ferah prova yaparken “Fırtına”yı duyduğumda arkadaşlara “İyi de Fırtına’nın akustik bir tarafı yok ki… Elektronik’e kaçan bir şarkı. Ona gelene kadar akustik olarak çalınabilecek bir çok Şebnem Ferah şarkısı var” demiştim. Yanlış anlamayın, şarkıyı sevmediğimden değil… Sevmediğim tek bir Şebo şarkısı bile gösteremem zaten… Konsere uygun bulmadığımdan… Daha önce akustik Şebo konseri izleyen arkadaşlar “Ama Fırtına’nın akustik versiyonu o kadar güzel oluyor ki…” diye bana karşı çıktılar. Haklı olduklarını gördüm. Gerçekten çok güzel oluyormuş. Provada normal bir “Fırtına” gibi çalmışlardı. Ama konserde şarkı öyle değişik bir hal almıştı ki, tüylerime diken diken olmuştu. Ardından “Benim Adım Orman” adlı son albümünden şarkıları sıraladı: “Yalnız”, “Benim Adım Orman”, “İnsanlık” ve “Ateşe Yakın”… Her yeni bir şarkı çıktığında mest oluyorduk. Müzik içimize işliyordu. Sıra “Can Kırıkları” şarkılarına gelmişti: “Çakıl Taşları”, “Can Kırıkları” ve “Delgeç”… Normalde hard rock konserlere uygun olan “Delgeç” bile akustik hale başarıyla dönüştürülmüştü. “Kelimeler Yetse…” albümünden sırasıyla “Ben Şarkımı Söylerken”, “Babam ve Oğlum” ve “Mayın Tarlası”nı söyledi. Normal Şebnem Ferah konserlerinde “Ben Şarkımı Söylerken” çıktığında zıplardık. Bu konser oturmalı ve akustik olduğu için zıplanacak yerlerde sadece Şebnem Ferah ve merdiven bileti olan birkaç kız zıpladı. Fakat ben de oralara öyle şartlanmışım ki, oturduğum yerde hoplayıp durdum. Normalde “Ben Şarkımı Söylerken” çıktığında “Eyvah, millet yine zıplayacak. Yine ezileceğim. Yine ayaklarıma basılacak” derdim, tabii ben de paşa paşa zıplardım. Hatta bazen sırtım kaskatı bile olsa mecburen zıplardım, çünkü zıplamazsam can güvenliğim tehlikede gibi bir şey olurdu. Bu sefer böyle bir ihtimal olmadığı halde, sandalyede hoplayıp zıpladım. Demek ki şarkı gerçekten zıplatıyor. Akustik olduğu halde o his oluştu bizde… Eminim başka Şebo fanatikleri de aynı şeyi yapmıştır. Ve sıra herkesin merakla beklediği “Perdeler”e geldi. Çünkü bu albümün sonunda (sürpriz cover “Yemen Türküsü”nü saymazsak tabii) “Perdeler”in sırf yaylılarla rock ve metal şarkılarını başarıyla coverlayan Apocalyptica’nın versiyonu vardı. Bu yüzden yıllar evvel Rock’n Coke’a gittiğimde arka arkaya Apocalyptica ve Şebnem Ferah sahne aldığı halde neden beraber seslendirmediklerine hayal kırıklığıyla hayret etmiştik. Ayrıca 10 Mart 2007’de Şebnem Ferah’ın İstanbul Symphonic Project ile beraber verdiği senfonik orkestrası konserinde de bu şarkıyı beklemiştim. Diğer fanların da benden eksik kalır yanı yoktu. Konser sonunda “Perdeler”in çalınmayışını tepkiyle karşılamıştık. Fakat bu sefer küçük bir senfoni ekibi ile beraber “Perdeler”i seslendirdi. Üstelik yaylıları çalan müzisyenlerin Apocalyptica’dan eksik kalır yanı yoktu. O anda “İşte konserin en önemli şarkısı buydu” diye düşündüm. Fakat 6 şarkı sonra bu düşünceden vazgeçecektim. Siz o şarkıyı merak ededurun, ben “Perdeler”den sonra seslendirilen “Perdeler” albümüne ait olan şarkıların Şebo dinlemeyenlerin bile sevdiği “Sigara” ve “Sil Baştan” olduğunu söyleyeyim. Ardından Şebnem bizi “Oyunun Sonu” ile şoke etti. Çünkü her ne kadar her Şebo fanın (genelleme yaptım) kişisel favori şarkısı “Artık Kısa Cümleler Kuruyorum” albümünden herhangi bir şarkı olsa da Şebnem bizi bu albümdeki şarkılardan çok mahrum bırakıyordu. “Artık Kısa Cümleler Kuruyorum” dışında bu albümdeki şarkıları çok nadir seslendiriyordu. O yüzden 1999 yılında “Artık Kısa Cümleler Kuruyorum” ağırlıklı olan Bostancı konserine gittiğim için halime şükrederim. Çünkü diğerlerine göre şanslıyımdır. O klasikleşmiş, nostaljileşmiş kırmızı saçlarıyla sadece ilk 2 albümünden (zaten sadece 2 albümü vardı) şarkılar seslendirdiği o konser hem ilk Şebo konserim, hem de 2. albüm ağırlıklı tek konserim olmasıyla kalbimde ayrı bir yeri vardır. Daha konser öncesi 2. albüme fazla yer vermemesini arkadaşlar arasında eleştirmiştik. Şebnem dinleme cihazı mı koydu, nedir, “Oyunun Sonu”nu seslendirdi. Üstelik piyano bu şarkıda harika duyuldu. “Herkes Bilsin İstedim”in akustik versiyonunu da duymak isterdim ama maalesef söylemedi. Bir de “Nefessiz Kaldım”ı da söylesin gittiğim herhangi bir yeni konserinde ya… Ardından “Kadın” albümünün duygusal şarkılarına sıra geldi: “Deli Kızım Uyan”, “Yağmurlar” veeee demin “Perdeler”i yazarken hangi şarkı olduğuyla ilgili meraklandırdığım “İyi Gün Dostlarım”… Bana göre konserin doruk anı “İyi Gün Dostlarım”dı. Konserin akustik olmasının hakkını en iyi veren, en güzel akustik olarak düzenlenmiş şarkısı bence “İyi Gün Dostlarım”dı. Daha 15 yaşlarındayken bu şarkıda kendimden çok şey bulurdum. Sanki bu şarkıyı kendim yazmış gibi hissederdim. Fakat bu da konserlerinde nadir seslendirdiği şarkılardan biriydi. Özlem midir, yoksa zaten albüm versiyonu da akustiğe kaçtığı için midir, bilinmez ama bu şarkıda kendimden geçtim. “Wouwouuu! Na na na na!” diye sarhoş gibi söyledim şarkıyı… Müzik beni sarhoş etmişti bir kez daha… Hatırlarsanız 2007 konserinde söylediği “Sil Baştan” adlı şarkısı DVD yayınlandıktan sonra hit olmuştu. 2001 yılında çıktığı ve o yıl geri planda kaldığı halde şarkı klasiklerin arasına girmişti. Eğer bugünkü konser de DVD olarak yayınlansaydı, kesinlikle sonradan listelere girecek olan şarkı “İyi Gün Dostlarım” olurdu. Belki de en çok sevilen albüm olan “Kadın”da zaten bütün şarkılar klasik oldu ama sanki bu diğerlerine nazaran biraz daha geri planda kaldı. Eğer Şebo bir akustik DVD yapmaya karar verirse kesinlikle bu şarkıya yer vermeli. Çünkü eğer yer verirse şarkı yıllar sonra patlar, büyük Şebnem Ferah hitleri arasında yer alır. Ballandıra ballandıra anlattığım “İyi Gün Dostlarım”dan sonra bir “Kadın” şarkısı daha geldi: “Yeniden Doğup Gelsem”… Bu şarkının başında müzisyenler Hint ezgisi gibi bir atraksiyon yaptılar. Ney ağırlıklıydı. Şebnem Ferah da kendisinden hiç beklemediğim şekilde biraz kıvırdı, birkaç saniyeliğine de olsa Sibel Can’a dönüştü. Öyle kıro bir an değildi, çok sempatikti. Zaten espri amaçlı yapmıştı. Hoşlanmasak da hangimiz oryantal yapmıyoruz ki zaman zaman? Komiklik olsun diye yapmış olmalıydı. Ama o kadar asil yaptı ki, diğer seyirciler espri olduğunu anlamadı. Bu olaydan internette bahsettiğimde bazı fanlar biraz hayal kırıklığına uğradılar. Halbuki öyle “Haydi eller havaya” durumu olmadı. Usta sanatçıların bir film şeridi gibi gözlerimizin önünden geçtiği ve bir 2010 hiti olan “Eski” gelince hem şarkının güzelliği, hem unutulmazları hatırlanması, hem de Mustafa Kemal Atatürk’ün imzası nedeniyle millet kendinden geçti. Ayakta alkışladı. Sanki “10. Yıl Marşı” söylenmiş gibi coşkuyla… Zaten normalde de akustik bir şarkı olan “Artık Kısa Cümleler Kuruyorum” geldi. İlk Şebnem Ferah hiti “Vazgeçtim Dünyadan”dan sonra birçok Şebnem Ferah konserinin final şarkısı olan “Bu Aşk Fazla Sana” konseri kapattı. Parlak ve küçük kağıtlar yine üzerimize boşalınca “Eyvah, konser bitiyor. ‘Hoşça kal’ı söylemeyecek galiba” diye düşündüm. Fakat şarkı saksafonlarla resmen jazz’a, blues’a dönüşmüştü. Şarkının farklı bir hal alması nedeniyle o anın keyfini çıkarmaya karar verdim. Millet de aynı benim gibi düşünüyordu. “En azından Hoşça kal’ı söyleseydi” diyordu. Konser öyle su gibi akıp geçmişti ki, Taksim’e doğru yürürken bize sanki 10-13 şarkı söylemiş gibi geliyordu. Hatta bazıları bundan o kadar emindi ki, ben kağıda yazarak oluşturduğum play-list’i saydıktan sonra 23 şarkı söylendiğini fark ettiğimizde çok şaşırdık. Şebnem Ferah son birkaç şarkısı kala yine demokratik bir ülkede nasıl konserlerin belirli bir saatten sonra sonlanması gerektiğini anlayamadığını açıkladığında, tıpkı Fanta Festivali’nde olduğu gibi yetkilileri çok ağır bir dille eleştirince büyük bir alkış kopmuştu. Çünkü kimse konserin bitmesini istemiyordu. Sabaha kadar tüm Şebnem Ferah albümlerindeki tüm şarkılar söylense yine kalırdık. Hatta “Değirmenler” gibi bazı albüm dışı şarkılar arasında da konsere çok uygun şarkılar vardı. Ama buraya kadardı. Yıllar evvel gittiğim bazı Şebnem Ferah konserleri gece yarımda başlardı ve sabaha kadar sürerdi. Sabah ezanında eve dönerdik. Fakat artık konserlerin bitiş saati 00:00 civarı oluyordu. Uğuray’larla taksiye binip evlerimize döndük. Bazı Şebnem Ferah hayranları ise Taksim’de topluca sabahladılar ama bizim işimiz olduğu için böyle bir lüksümüz yoktu artık… Bu sefer video ve fotoğrafla da uğraşmadım. Makinemi özellikle yanımda getirmemiştim. Çünkü sadece dinlemek istiyordum. Zaten makine yasaktı. Cep telefonumla birkaç fotoğraf çektim ama net çıkmadı. Önceden yasağı delerdim ama akustik olarak ilk kez Şebo’yu canlı izleyeceğim için bu sefer olaya sadece seyirci kalmıştım. 😀