Akademi Türkiye’yi izlemek için stüdyoya gittiğimde neler yaşadım?
1 MAYIS 2004 CUMARTESİ: Bugün İstanbul Kültür Üniversitesi olarak Pınar’ı desteklemeye Akademi Türkiye’ye gidecektik. O yüzden boş video kaseti almak için Bakırköy’e gittim.
Hazır gitmişken Mavi Sakal’ın muhteşem şarkısı “İki Yol”un single’ını aldım. Yalnız eve gelince videoda ATV’nin çıkmadığını fark ettim. O kadar aradım, çıkmadı. Yani Akademi Türkiye’yi kaydettiremeyecektim. Çok da önemli değildi, Akademi Türkiye performanslarını yerinde izlemek bana yetecekti. Sadece televizyonla stüdyodaki farkları karşılaştırmak ve çıktım mı diye öğrenmek için kaydetmek istiyordum. E, tabii bir de hatıra olsun diye… Eee, neden yeter diyorum peki? Neyse, ben kendimi öyle avutadurayım, Akademi Türkiye için okulda buluşma saati (18:00) geldi çattı.
Hep diyordum “Tüm okullar kendi okullarında okuyan Akademi Türkiye yarışmacılarını desteklemek için gidiyorlar. Biz neden bizim okulda Hukuk Fakültesi 3. sınıf öğrencisi Pınar’ı desteklemeye gitmiyoruz?” diye… İşte o gün geldi çattı. Ama 32 kişiydik sadece… Genelde Pınar’ın bölümünden arkadaşları vardı. Olsun, ben de gidiyordum ya, önemli olan da buydu. Kültür Koleji’nin minik koltuklu servisleriyle ATV’nin stüdyosuna gittik.
Oraya vardığımızda şok olduk. Barış’ı desteklemeye gelen okul çok kalabalıktı. Tabii kendi imkanlarıyla gelen Pınar taraftarları da vardı ama bizim amacımız Pınar’ı desteklemenin yanında üniversitemizin reklamını da yapmaktı. Tabii bunu zaten yapacaktık, ayakta da olsak Pınar’ın okul arkadaşları olduğumuz için yerimiz ayrılmıştı, kameralar da çekecekti. O yüzden ilk önce o kalabalığın girmesi için bekledik. Hava da soğumuştu. Halbuki öğlen ne sıcaktı. Hatta ben o yüzden normal kot pantolon yerine yazlık beach pantolon giymiştim. Neyse ki, t-shirt’ümün üzerine polarımı almıştım.
İlk önce Özdemir Erkan’ı gördük. Şoförünün kullandığı arabasından iniyordu. Epey kısa boylu bir adammış. Ardından Mercedes’iyle “Gaf Gürsüsü”, “Ne Demiş?”, “Gafoloji” gibi eğlenceli bölümleriyle ve televizyon eleştirileriyle favori köşe yazarım olan Yüksel Aytuğ geldi. Tabii son zamanlarda gözümden düştü bazı tutumlarıyla… Mesela “Akademi Türkiye” isminde Akademi kısmının akademisyenlerle, Türkiye kısmının ise jüriye ait olduğunu söylemesi gibi… Halbuki Türkiye kısmı oy veren bizlere ait… Bazı eleştirileri diğer jüriler gibi çok yersiz ve saçma. Neyse, karizmasıyla orada bekleyen kadınların başını aldıktan sonra o da içeri girdi. Birkaç tane sokak çocuğu da içeri girmeye çalışıyorlardı ama görevliler onları kovuyorlardı. Neyse, kalabalık da girdi. En son biz girdik.
Kontroller yapıldı, isimlerimiz cast listesine yazıldı. İçerdeyken Reha Muhtar da geldi. Amma uzun ve iri yarı bir adammış. Göz göze geldik, o kulise giderken biz seyircilerin bölümünde sıradaydık. Yalnız Reha Muhtar’ın korumaya ihtiyacı yok ki… Kendisi bodyguard gibi, hatta abartırsak mağara adamı gibi…
Neyse, sonra içeri girmemizle birlikte şok olduk. Televizyonda kocaman gibi algıladığımız stüdyo meğer göründüğünden çok küçükmüş. Mesela sahneyi muntazam büyüklükte bir şey sanıyorduk. Ya da “koşarak geçtikleri” köprüyü çok uzun sanıyorduk.
Sonra korumaların yardımıyla sahnenin önündeki yerimizi aldık. Ben sahnenin seyirciye göre sağının en önündeydim. Programın başlama saati yaklaşıyordu. Öykü Serter göründü. Öykü’nün amacı kıyafetinin kameradan nasıl göründüğüne bakmak ve biraz nasıl sunacağı konusunda prova yapmaktı. Zaten Öykü hiç boş durmadı. Reklam aralarında bile kalıp sunuş provası yaptı kameramanla… Kızlar onun için “Iyy. Sence güzel mi?”, “Aaa, travesti gibi” yorumları yaparken erkekler “Öykü her zamanki gibi çok güzel”, “Bebek gibi”, “Çok seksi” yorumları yapıyorlardı. Yalnız televizyonda göründüğünden çok zayıfmış.
Yavaş yavaş hocalar da yerlerini aldılar. Kıyafetleri tasarlayan, sarı saçlı, yaşlı bayan kaç kere önümden geçti durdu. Her defasında da inceledi. Sonra alkışlarla jüriler de yavaş yavaş gelmeye başladılar. Pelin Akat, Meral Okay, Cem Ceminay, Yüksel Aytuğ, Pieter Snapper, Özdemir Erkan… Son olarak da Reha Muhtar… Bir bayan yarışmacıların posterlerini dağıtıyordu. Biz de Pınar’ın posterlerinin dağıtılmasını istedik bize… Fakat bir tek onunkiler dağıtılmadı. Kadın burun kıvırarak gitti. Bir yandan da uyarılar yapılıyordu: “Lütfen yuhalamayın. Jüri konuşurken ses çıkartmayın. Cep telefonunuzu kapatın. Ama şarkılara eşlik edin” gibi… Her hafta kaçırmadan izlediğim bir programa favorim yarışmacıyı desteklemek için gitmek güzel bir duyguydu.
Program için geri sayım başlamıştı. Öykü son provalarını bitirmişti. Sahnenin arkasında bir kız kafası gördük. “Bu kim yaa?” dedik. Çıktığında ise hala aynı soru duyuluyordu. Pınar olamazdı. Jale olamazdı. Peki o zaman kim? Aaa, Elçin! Çok şaşırdık. Televizyondaki görüntüsü ile hiç ilgisi yok. Ayrıca o kadar sıska ki kemiklerini görebiliyorduk. Öykü’yü öpüp başıma koymuştum. Program başladığında “Uçacaksın”ı söyledi Gülben Ergen’den… Dans ettiler. Yukarıdaki dansçılardan biri ise hakikaten de Pınar’ın sınıf arkadaşlarından birinin de söylediği gibi Jackie Chan’e benziyordu. Yalnız şarkılar o kadar net duyulmuyordu. Hele hele jürinin yorumlarını duyabilmek için epey uğraşıyorduk. Ben bangır bangır bir şey bekliyordum. Televizyondan normal duyuluyormuş. İşleri çok zor. O kalabalık karşısında az gelen müzik sesiyle şarkı söylemek…
Ardından Timuçin çıktı. Yapılı vücuduyla Elçin’den sonra çıkınca gözümüze Arnold gibi gözüktü. Aslında ben hepsini daha uzun boylu sanıyordum. Bu arada Cem Ceminay da çok şişmanmış. Yani o da göründüğünden daha şişman… Zeki Müren gibi… Yalnız Cem Ceminay’ın gözü hep Öykü’nün üzerindeydi. Şarkı söylenirken de… Reklam aralarında da… Neyse, Timuçin şarkı söylerken (“Sevda Sevda”) bir baktık, Nükhet Duru (küçükken de görmüştüm onu) ve Cenk Eren çıktılar. Timuçin’in doğum günüymüş. Hediye olarak eskiden arkalarında çalıştığı Cenk Eren ve Nükhet Duru’yu getirtmişler. Gözleri alerji kaptığı için güneş gözlüğü takmıştı.
Ardından reklam arası oldu. Zincirler geldi. Pınar’ın arkadaşları “Tamam, zincirler çıktı. Kesin Pınar çıkacak” diye güldüler. “Kim çıkacak acaba? Pınar olabilir mi?” diye kendi aramızda konuşuyorduk. Sonra Cenk’in kafası göründü. Ben “Aaa, doğru ya? Gazetede okumuştum. Cenk ‘Kır Zincirleri’ni söyleyecekti” dedim. “Niye söylemiyorsun ya?” dediler. Ama dua etsinler, Pınar’ın “Firar”ı söyleyeceğini söylemiştim de meraklarını gidermiştim en azından… Neyse, Cenk, Tarkan’ın şarkısını çok güzel okudu. Bayıldık. Elçin ve Timuçin’in seslerini net duyamamıştık stüdyo ortamında… Fakat Cenk’in 3, 5 oktavlık sesi duyuluyordu. Seyirciler kimi desteklerse desteklesinler çılgınca alkışladılar. “İşte ses budur” dedi herkes…
Ardından Pınar’ın kafası gözüktü. Arkadaşları “Pınaaar! buradayııız!” diye bağırdılar. Pınar çok sevindi ve el salladı. Suratına tebessüm geldi. Sonra süper bir şovla ve süper bir sesle Göksel’den “Firar”ı söyledi. Göksel gelir diye bekledim ama gelmedi. Demek ki Nükhet Duru ve Cenk Eren’den başka kimse gelmeyecekti. Pınar şarkısını bitirdikten sonra pankartlarımızı kaldırdık. Kameralar bizi çekti. Pankartlarda “Pınar”, “Kültür Üniversitesi”, “World Best’e Pınar yakışır” gibi şeyler yazıyordu. Barış taraftarları da “World Best’e Barış yakışır” diye pankart hazırlamışlardı. “İşte ses budur” yorumları Cenk’te olduğu gibi Pınar’da da söylenmeye başladı.
Erkeklerden en iyisi Cenk, kızlardan en iyisi ise Pınar’dı. Sonra her zaman olduğu gibi jüri yorum yaptı. Biz hemen jürinin tarafına gittik. Şebnem Ferah’ı taklit ettiğini söylüyorlardı. Pınar ise taklit etmediğini ama Şebnem Ferah’ı çok sevdiğini söylüyordu. Ben de Pınar’ın arkadaşlarına “Bence Şebnem Ferah’ın sesine benzemiyor. Ben Şebo’nun konserlerine hep gidiyorum. Özlem Tekin’i daha çok andırıyor” diye bağırdım. Hocalara çok yakındık. Hocalardan biri beni duydu herhalde (çünkü bana baktı) ve “Pınar, Şebnem Ferah gibi söylemedi. Kendi gibi söyledi” dedi. Ben orada SebnemFerahFan’lerin sesi olmuştum. Jüriye çok sinirlendik, çünkü “İstanbul Kültür Üniversitesi de Pınar’ı desteklemek için burada” demediler. Ayrıca kameramanlar diğer taraftarların pankartlarını özellikle çekerken, bizim pankartları zorla indirttiler.
Sonra sırasıyla Özgür, Nev’den “Zoru”; Jale, Kenan Doğulu’dan “Aşkım Aşkım”ı; Barış, Kıraç’tan “Yıllar Sonra”yı söyledi. Elçin kadar olmasa da Jale’nin de Öykü’den filan eksik kalır yanı yoktu. O da çok zayıftı. Ayrıca “Bunlar üşümüyor mu?” diyenlere de bir cevabım var. Stüdyo cehennem gibiydi. Işıklar falan mahvetti bizleri… Barış’ın hakikaten değişik bir karizması varmış. Ayrıca hakikaten çok taraftarı varmış.
Sıra koltuklara oturtmaya geldi. Barış halk oyuyla karşıya geçmişti. Cenk sürekli bana bakıyordu. Cenk ve Timuçin (tahminimce Timuçin’i doğum günü olduğu için oturtmak istemediler) takıntısız karşıya geçtiler. Koltuklara Jale, Elçin ve Özgür oturmuşlardı. Pınar ve Sezen Aksu’dan “Şu Saniye”yi sözleri unutarak söyleyen Tolga eşit oy almışlardı. Pieter, Özdemir ve Yüksel, Pınar’ın oturması gerektiğini düşünürken; Cem, Pelin ve Meral, Tolga’nın oturmasını istiyorlardı.
Ayakta çıplak sesle şarkı söylettiler Pınar’la Tolga’ya… Pınar’ın çıplak sesle seslendirdiği şarkı “Yemen Türküsü”ydü. “Bu türküyü beden böyle okudun?” demeleri saçmalıktı. Çünkü jüriler “Şebnem Ferah’tan oku” demişlerdi. Pınar da bu cover’ı okumayı tercih etmişti. Türkü tarzında okumamasının nedeni de buydu. Reha Muhtar “Fikir değiştiren var mı?” diye sordu. Pelin Akat ve Meral Okay hemen atlayarak çocuk gibi “Ben!” diye ellerini kaldırdılar. Çok sinir olduk.
Pelin Hanım “Pınar neden gözlerini kapayarak söylüyorsun? Demek ki sahnede şov yaparken rol yapıyorsun” diye saçma sapan bir şey söyledi Pınar’a… Sonuçta Tolga geçti ve en güzel şovu yapan ve parçayı çok iyi seslendiren Pınar oturdu.
Elçin’i eğitmenler, Jale’yi arkadaşları koruma altına alıp karşıya geçirdi. İki taraf da anlaşmış gibiydi. Halk oylamasında ilk üçe giren Özgür ve bu yüzden de muhtelemen haftaya elenecek olan Pınar koltukta kaldılar. Birbirlerini çok seven Özgür ve Pınar bu durum karşısında yorum yapmak istemediler. Birlikte “Papatya”yı okudular.
Özlem Tekin’in kısımlarını Pınar, Teoman’ın kısımlarını ise Özgür okudu. Böylece Akademi Türkiye forumunda “Biz ÖP’çüleri ayırmak için Pınar ve Özgür’ü aynı koltukta bırakırlar” diye yapılan bir yorum gerçekleşmiş oldu. Zaten her şey ayarlanmış gibiydi. Pınar’ın posterlerinin dağıtılmaması, bizim orada olduğumuzu söylememeleri, kameramanların pankartlarımızı indirtmeleri, her şey ama her şey… Halbuki kaç hafta evvel haftanın birincisi Timuçin’in oyunun çift sayılması gibi döneklik yapmadan evvel Akademi Müdiresi olduğu için Meral Okay’ın oyu çift sayılmalıydı ve Pınar karşıya geçmeliydi. Zaten Pınar’ın kafadan takıntısız karşıya geçmesi gerekiyordu. Cenk’le birlikte Barış’ın yanına gitmesi gerekiyordu. Ayrıca Özgür’ün de kurtarılması gerekiyordu, çünkü o da güzel söylemişti. Pınar’ın arkadaşları çok bozuldu. Zaten reklam arasında Pınar’la konuşmak istemişlerdi, fakat format gereği konuşamamışlardı. Pınar istemeye istemeye “Gelemiyorum” demek zorunda kalmıştı. Ama okulca desteklediğimizi söyledik. Bir de ben arkadaşlarına “Pınar okul kaydını mı dondurdu, yoksa F’ledi mi?” diye sorunca bilmediklerini söylemişlerdi ve Pınar’a “Dondurdun mu?” diye sormuşlardı. O da cevap vermemişti. Ne yapsın? Format buymuş. Bir de bayan hocalardan biri Elçin’i koruma altına alırken Pınar’ın okulundan olduğumdan olsa gerek bana bakmıştı. Herhalde ben öyle merakla dönünce Pınar’ın çok yakın arkadaşı olduğumu sandı. Sadece sima olarak tanıyordum okulda ama bizim okulda olmasa bile onu desteklerdim.
Neyse, ilk kez kendi sesleriyle seslendirdikleri “Akademi Türkiye” şarkısından sonra program bitti. Yorgun argın şekilde çıktık. Hepimizde moral sıfırdı. Çünkü Pınar’ın eleneceğini biliyorduk. Hele Pınar’ın kız arkadaşlarından biri neredeyse ağlayacaktı. Servislerle okula döndük. Sonra ben de minibüsle evime döndüm. Ama yine de her şey çok güzeldi. Elenmeden evvel Pınar’ı desteklemiş olduk. Olaya canlı canlı şahit olduk. Eğlendik. Birbirimizle tanıştık. Kısacası her şeye rağmen çok güzel bir akşamdı.
©2004 TST Interactive Company